Sendikasız Çalıştırılmak Yasaklansın – Ali Şahin

Ali Şahin

Özne Sayı 4

Sonbahar 2024

Bağımsızlık Yolu (BY) kendini henüz bir parti değil, hareket olarak ilan ettiği 8 Aralık 2014 tarihinden çok kısa bir süre sonra Kıbrıslı Türk halkının karşısına bir kampanya ile çıktı. 2015 yılında gerçekleşecek olan cumhurbaşkanlığı seçimleri için propaganda döneminin başladığı bir süreçte kendini yeni ilan etmiş bir hareket olan BY’nin ilan ettiği kampanya “10 ve üzeri çalışanı olan patronların sendikasız işçi çalıştırması yasaklansın” talebi üzerineydi. Kendini solda tanımlayan hemen hemen tüm siyasi yapı ve öbeklerin salt Kıbrıs sorununa odaklanan bir “solculuğa” sıkıştığı, hele hele her yeni kurulan politik örgütlerin Kıbrıs sorununa yönelik çıkış ve atıflarla ilan edildiği bu ada yarısında, Mart 2015’te duyurulan bu kampanya ile solun genel siyasal gidişatının tersine ve ideolojik sıkışmışlığını aşmaya yönelik bir çaba içerisine girildi. Her siyasi yapının Kıbrıs sorunuyla kurduğu ilişki gereği salt cumhurbaşkanlığı yarışını ele aldığı bir ortamda az sayıda insandan oluşan BY çevresi, -cumhurbaşkanlığıyla ilgili de tavır belirleyerek tabii- ilan ettiği kampanya ile farklı bir siyasal hat yaratmanın peşine düştü. Bu hat, sınıf mücadelesi anlayışını Kıbrıs’ın kuzeyinin kendine özgü şartlarında yükseltmek anlayışına dayalıydı. BY, giriştiği bu mücadele ile bir anlamıyla kendini dört ay gibi bir süre sonra yeniden ilan ediyordu. Çünkü hareketin en temel söz ve mücadele alanlarından biri haline gelecek olan “Sendikasız Çalıştırılmanın Yasaklanması” talebi hem Bağımsızlık Yolu’nun ismini daha geniş kitlelere duyurmuş hem de örgütün ismi uzunca bir süre bu talepten bağımsız anılamaz hale gelecekti. BY’nin öne çıkardığı en temel taleplerden biri olan bu mücadele, on yıla yakın bir süredir farklı farklı yoğunluklarda ama kesintisiz ve ısrarlı bir şekilde bir şekilde sürüyor. Onuncu yılına yaklaşan bu mücadelenin ortaya çıktığı sürece kısaca değindikten sonra bu yazıyla talebin üstünde yeniden duralım.

Sınıf Bilincinde Yaşanan Gerileme

Giriş bölümünde de belirtildiği gibi Bağımsızlık Yolu, bölünmüş ülkemizin ada yarısında emek hareketinin teorik ve pratik bir kriz içerisinde olduğu ve bunu aşmak için sınıf mücadelesi perspektifiyle bir açılım gerektiği üzerinde duruyordu. Yeni bir örgütlenme oluşturmanın birkaç yeni sima ve yeni isimle mümkün olduğu düşünülebilir. Ancak esas yenilik ve var olanlardan farklı bir örgütlenmeyi meşru gösterecek dinamik, siyasal süreçlere de bir yenilik sunabilmektir. Emeğin hakları, çalışanların örgütlenmesi vb. meseleler asgari de olsa her sol yapının söylemlerinde bulunabilir. Ancak mesele soyutta ifade edileni somuta dönüştürebilme becerisidir. Emekçiler arasında sendikal örgütlülüğün günden güne düştüğü, bu düşüşün özel sektör çalışanları arasında neredeyse “0”a inerek kamuya sıkıştığı, çalışan kesimlerin yaşadıkları her soruna kendi sınıfı içinde bir suçlu aradığı ve egemenleri göremez hale geldiği, kayıt dışı çalıştırılmanın özellikle belli başlı sektörlerin rutini olduğu şartların “normal” haline geldiği Kıbrıs’ın kuzeyindeki sınıflar arası mücadelede çok uzun bir süredir bariz bir sermaye üstünlüğü var. Yıllar içinde TC hükümetlerince dayatılan ekonomi politikalarıyla Kıbrıslı Türk halkı “memur” olmaya sevk edilmiş, yani iç ve dış ekonomik pazarlara yönelik mal üretim sürecinden koparılmıştır. Böylelikle Kıbrıslı Türk halkı hem devlet kurumlarında hem de özel sektörde ağırlıkla hizmet sektörüne sıkıştırıldı. Üretimin sınırlandırıldığı bir ortamda bu sıkışma hali çeşitli otel, üniversite, market, bankacılık ve üretimin devam ettiği sınırlı sayıda sektörler dışında işyerlerinin de ağırlıkla küçülmesiyle beraber yaşandı ve çalışma ortamları küçük ölçekli hale geldi. Gidişat böyleyken “Tek Tip Sosyal Güvenlik” ve “Göç Yasası” gibi neo-liberal politikaların yaygınlaşmasıyla kamu emekçilerinin haklarında gerilemeler yaşanmış, özel sektör emekçilerinin ise zaten kötü olan koşulları daha da ağırlaşmıştır. Bu hak gerilemesi iki kesim için de yaşanırken, egemenler süreci kendi çıkarlarına göre yönetmeyi başararak kamu ve özel sektör emekçilerinin tepkisini birbirlerine doğru yönlendirmektedir. Çalışan kesimlerin birbirlerine yönelen öfkesi sermaye sınıfının mevcut rahatlığında büyük bir pay sahibidir. Öte yandan dünya çapında da yoğun bir şekilde yaşanan fakat Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkiye eliyle oluşturulan rejimde ayrıca bir yeri olan işçi sınıfının göçmenleştirilmesi de sınıf hareketin bilinç yönünün zayıflamasında önemli bir paya sahip. Kıbrıslı Türklerin üretimden koparılması için yıllardır Ankara hükümetlerince uygulanan politikalar ve Kıbrıslı Türk işçi sınıfının görece iyi durumda olan başta kamu olmak üzere belli başlı sektörlere itilmesi, işçi sınıfının göçmenleştirilmesi meselesini daha da önemli hale getiriyor. On yıllardır süren ve TC eliyle dayatılan Türkiye’den Kıbrıs’a kimlikle giriş biçimi, bahse konu göçmenleşme meselesini daha da komplike bir hale sokmuş durumda. Zaten çeşitli sebeplerle sınıf bilincinde ve mücadele anlayışında yaşanan fikirsel erozyon, sınıfsal refleksleri ortaya çıkmaya daha yakın olan sektörlerin koşulları gereği kırılgan bir göçmen kitlesiyle şekillenmesi sonucu daha da derinleşiyor. Dünyanın neresinde olursa olsun göçmen işçiler, göçmen olmanın doğal bir sonucu olarak bahse konu ülkenin yerlilerinden çok daha geri koşullarda emeklerini satmaya girişirler. Göçmenlik, kaçınılmaz olarak böyle biz dezavantaj yaratır ve bu durum göçmen işçinin mücadele ufkunu da büyük oranda kısıtlar. Hatta, işçi sınıfı içinde rahatlıkla oluşabilen etnik gerilimlerle gerici bir hal almasını da beraberinde getirebilir ve Kıbrıs’ın kuzeyinde de bu gerilim maalesef çeşitli biçimlerde oluşmuştur.  Bahse konu etnik gerilim, Türkiye kökenli kesimler başta olmak üzere sınıfın Afrika, Türkmenistan, Pakistan ve güney doğu Asyalı bir görünüm kazandığı bugünün şartlarında daha da artmaktadır. İşçi sınıfı, sektörlere tabi olunan yasalara ve etnik kökenlere göre sürekli bir bölünme halindedir. Kısaca değindiğimiz tüm bu sebepler çalışma yaşamında büyüyen kötü şartlara rağmen sınıf bilinciyle şekillenmiş bir fikri zemin oluşmasını engellemektedir. Bu zeminin yokluğunda ise, yerlisi ve yabancısıyla sermaye sınıfı çıkarlarına uygun politikaları rahatça uygulayabiliyor. Gidişata müdahale edebilecek kesimler ise ideolojik anlamda bir sağcılaşma sarmalıyla boğuşuyor.

Vurgulanan kötü şartlarına rağmen çalışan kesimlerin örgütsel zayıflığının en temel meselelerinde biri sınıfın ideolojik cephesinde de yaşadığı güç kaybıdır. Bu kayıp ise, hem dünya sosyalist hareketinin günümüz dünyasını hem de bu küresel hareketin bir parçası olan Kıbrıslı Türk solunun Kıbrıs’ın kuzeyindeki özgün şartları yorumlama ve anlama çabasında yaşadığı bir tıkanıkla doğrudan ilişkilidir. İşçi sınıfı kendiliğinden ekonomik taleplerle ortaya çıksa da onu kendi için bir sınıf haline getirecek siyasal mücadelesi oluşmadan politik ağırlığı da oluşamaz. 19. yüzyıldan beri şekillenen tarih bunun bariz bir göstergesidir. Sınıfa bilinç taşımak için mücadele eden politik örgütlenmeler olmadan sınıf mücadelesi hep eksik kalmış ve devrimci örgütlenmelere ilişkin tartışma ve ilk deneyimler de buradan yola çıkmıştır. Emekçi sınıfların içinde yaşanan bölünmelerin yanı sıra ona örgütçü bir anlayışla yönelmesi gereken solun yaşadığı yönsüzlük de bugünkü durumda büyük pay sahibidir. 20. yüzyılın sonunda reel sosyalist deneyimlerin büyük oranda yıkılması sonucu sol hareket, etkisi halen durdurulamamış bir geri çekilme yaşıyor. Bu durum Kıbrıslı Türk solu için de güçlü bir şekilde geçerli. “Emek-sermaye çelişkisinin dünyayı yorumlamak için yeterli olmadığı, sosyalizm mücadelesinin geçmişte yaşanmış bir sapma olduğu” gibi aslında yeni olmayan fakat mevcut durumda ve oluşan güç dengesinde yeni gibi sunulan tespitler solu büyük oranda hegemonyası altına aldı. Bu yönsüzlüğün yanında sermayenin, emeğin örgütlülüğünü yok etmek için uygulamaya soktuğu taşeronlaştırma ve özelleştirme gibi yeni saldırı biçimleri de solun geleneksel ezberlerini bozdu. Kamuya sıkışan sendikal hareket ne neo-liberal saldırılar sonucu oluşan yeni koşulları ele aldı, ne de özel sektör emekçileriyle arasında oluşan mesafeyi mesele edindi. Edindiği ezberlerle yaşadığı tüm hak gasplarına rağmen kamuda kazanılmış hakları sadece “kendine verilmiş bir ayrıcalık” olarak gören bir sendikal çizgi oluştu. Sol ezberlerin zorluk yaşadığı bir diğer nokta ise çalışma yaşamında yaşanan dijitalleşme ve bu dijitalleşmeye paralel yaşanan yeni çalışma biçimleri oldu. Üretim süreçlerinde yaşanan teknolojik gelişmelerin işçi sınıfını yok ettiği algısı, “mavi yakalı işçi” ezberleriyle hareket eden kesimlerin sınıfın yeni ortaya çıkan öznelerini göremez hale gelmesine sebep oluyor. Proletaryanın 20. yüzyılda kaldığı algısı, postmodern bir kimlikçilikle birleşerek sınıfı örgütlemek bir yana onu adıyla çağırmaktan bile kaçan bir “sol” yarattı. Bir anlamıyla sınıf bilinci solun bilincini yitirmesiyle paralel geriledi. Dolayısıyla bugün devrimcilerin önünde duran yakıcı görev sadece sınıfı örgütlemek değil sınıfın hegemonyasını da arttırmaktır. İşte “Sendikasız Çalıştırılmanın Yasaklanması” talebi bu yönüyle de güncel bir ihtiyaçtır ve cevaptır. 

Çalışanlar İçin Ilımlı, Egemenler İçin Rahatsız Edici Bir Talep

Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde emekçilerin en basit ekonomik taleplerini dahi birlikte yükseltemez durumda olması, bahsettiğimiz parçalı halde olan çalışanların bütünlüklü somut talepler etrafında bir araya gelememesinden kaynaklıdır. Bu durum bilhassa özel sektörde örgütsüz bir şekilde sömürülen emekçiler için geçerlidir. Sınıfın bütününü kapsayabilen talepler olmadan mevcut dağınıklık da aşılamaz. Bağımsızlık Yolu, bu anlayışla yaşanan krize cevaplar aramaktadır ve “10 Kişiden Fazla Çalışanı Olan Patron ve Hisse Sahiplerinin Sendikasız Emekçi Çalıştırması Yasaklansın” talebi bu arayışın sonucu olarak ortaya çıkmış cevaplardan biridir. Bu talebi tartışmaya başlamadan peşinen belirtmemiz gereken bir nokta var. Hiçbir yasal düzenleme, hakları için mücadele eden bir kitle olmadan hak gasplarını önlemek anlamında yeterli değildir. Bu gerçek, özellikle içinde bulunduğumuz neo-liberal dönem için geçerlidir. Dolayısıyla çalışanların haklarını savunan yasaların garantisi, hakları için mücadele eden kitleler olduğunu peşinen vurgulamalıyız. Bu anlamda emek hareketinin krizine bir çözüm olarak öne çıkan bu talep, ancak ve ancak yine bu talebi yükselten emekçilerin mücadelesiyle bir anlam kazanabilir. Tekrar talebimize dönersek; yukarıda kısaca değindiğimiz sendikal hareketin güncel durumu, emekçilerin çalışma yaşamında hayati bir yeri olan sendikalaşma olgu ve ihtiyacını bir itibar kaybına uğratmıştır. Ekonomik mücadelesi yükselmeyen bir işçi sınıfının siyasal mücadelesi de yükselemez ve bu sebeple sendikal hareketin yeniden güçlendirilmesi sol hareket için çok önemli bir konudur. Bugün bilhassa özel sektör emekçilerin gözünde sendikalar kamuya sıkışmış halleriyle ayrıcalıklı bir tabaka şeklinde görülmektedir. Özel sektör emekçilerinin sendikalaşmasını gündemine almayan hiçbir mücadele de bu yanlış fakat nesnel olarak var olan algıyı değiştiremez. Emekçilerin parçalı, bölünmüş ve görece birbirine düşman kılındığı bir ortamda “Sendikasız Çalıştırılmak Yasaklansın” demek ortak kesen somut durumuyla hem sınıfı birleştirecek hem de sendikayı anlam olarak ait olduğu sınıfa yaklaştıracak bir potansiyele sahiptir.  Gerçekten de bu talep kamu ve özel sektör emekçilerinin ortaklaşarak yükseltebileceği taleplerden biridir. Dolayısıyla sınıf içi gerilimleri düşürecek olan ortak sendikalaşma mücadelesidir. Öte yandan özel sektörün sendikalaşması ülkedeki yerli istihdamı da olumlu etkileyecek ve böylece Kıbrıslı Türk gençlerin yakıcı bir sorunu olan göçe karşı da bir anlam kazanacaktır. Yerli istihdamın bugün düşük olmasının en önemli sebeplerinden biri özel sektördeki patronların ortalama bir yaşam sağlayacak çalışma şartlarını sağlamamasıdır. Bu yüzden Kıbrıslı Türk genç emekçiler çözümü, hakların giderek kırpılsa da cazibesini henüz yitirmeyen kamu kurumlarına girebilmekte ya da göç etmekte bulmaktadır. Öte yandan özel sektör emekçilerin zorunlu sendikalı olması, ucuz iş gücü olarak görülen göçmen işçilerin sömürülmesinde de bir engel olacak ve sınıf içinde etnik gerilimlerin çıkma ihtimalini düşürecektir. Sendikalı çalışma zorunluluğun bu kısa yazıya sığmayacak kadar miktarda artıları vardır.

Ayrıca, böyle bir kanunun yasallaşması isteyenin istediği sendikaya üye olabildiği, hatta isterse yeter sayıya ulaştığı durumda sendika kuracağı bir özgürlük imkânı sunar. Özgürlük demişken, talebin kampanyayla ortaya çıktığı 2015 yılından beridir sağcıların bile söylemekten kaçındığı fakat sol liberallerin nadir de olsa dillendirdiği bir söylem olan zorunlu sendikalaşmanın “bireysel özgürlüğü kısıtlayıcı” bir anlayış olduğu argümanına da değinmeliyiz. Bu anlayış, özgürlüğün eşitlik talebinden yoksun olunca her zaman egemen olanın lehine bir söylem olduğunun tipik bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Sendikanın emekçilerin yaşamlarındaki işlevini egemenlerin penceresinden yorumlayan bu liberal anlayış, bu sebeple eline geçen her fırsatta kazanılmış diğer haklara da saldırmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, sigortasız ya da asgari ücretin altında çalıştırılmak da yasaktır ve bu da işçi sınıfının mücadelesiyle mümkün olmuştur. Zaten hakların hukuken zorunlu hale gelmesi de bir mücadele meselesidir ve kalıcı olması da zorunlu hale gelmesiyle nihai bir kazanıma dönüşür. Hukuku değişmez, evrensel bir doğru ve sadece güçlü olanın dayattığı biçimiyle okuyan liberal akıldan sınıfın lehine bir anlayış çıkamaz. Bu argüman, BY’nin yayınladığı Sendikasız Çalıştırılmak Yasaklansın broşüründe de ele alınmış çok yalın bir ifadeyle şöyle değerlendirilmiştir: “Emekçilerin lehine, sermayenin aleyhine olacak böylesi bir talep, sermayenin ve hükümetlerin kendi çıkarlarına ve pozisyonlarına göre kullanmak istedikleri ‘hukuk’ engeli ile de karşılaşacaktır. ‘Özgürlükler Çağı’nda, zorunlu sendikalaşmanın insan hak ve özgürlükleri ile bağdaşmayacağı, örgütlenme hakkının engellenemeyeceği gibi zorla da kullandırılamayacağı gerekçeleri muhakkak ileri sürülecektir. Oysa hukuk da uzlaşmaz emek-sermaye çelişkisinin şekil verdiği bir mücadele alanıdır ve gelişip değişmektedir. Bu gelişimin hangi kesimin lehine olacağını da mücadelenin seyri belirleyecektir. Yakın tarihte insan haklarından dahi bahsedilemezken, tarihsel süreçte bazı temel haklar hukuk aleminde vazgeçilmez olarak kabul edilmiştir. Zorunlu sendikalaşmanın, özgürlüğü sınırlayıcı olmadığı, bilakis özgürleşmeyi sağladığını savunuyoruz. Tıpkı zorunlu asgari ücret, sigorta yatırımı ve hatta emniyet kemeri takma zorunluluğu gibi… Sendika, çalışanın emniyet kemeridir!” (2018: 21)

Bu talebin yasallaşması elbette ki kolay değildir. Nitekim talebin ortaya çıkmasının üzerinden on yıla yakın bir süre geçmesine ve bu yıllar içinde BY tarafından hazırlanan yasa teklifi meclise sunulmasına rağmen reddedilmiştir.[1] Bunun zorlu ve uzun bir süreç olacağı bizzat BY tarafından 2015 yılından zaten dile getirilmişti. Ancak bu talebin esas gücü sadece yasal hale gelebilmesiyle sınırlı değildir. “Sendikasız Çalıştırılmanın Yasaklanması” talebinin BY tarafından dile getirildiği günden bu yana özellikle özel sektör çalışanlarıyla ilgili önemli bir farkındalık olmuştur.  Daha önceleri sadece kamu çalışanlarına yönelik koz olarak kullanılmak için mevzu bahis edilen özel sektördeki çalışma koşulları, bu taleple birlikte bambaşka bir biçimde ele alınmaya başlanmıştır. Merkez sağ ve sol partiler söylem düzeyinde de olsa bu konuları gündeme almak zorunda kalmışlardır. Bu gelişmeler emekçi sınıfların bilincinin ve buna bağlı olarak da hegemonyasının artışına işarettir. Bu sınırlı etki bile sınıf mücadelesinin hanesine yazılmış bir kazanımdır. Her ne kadar Kıbrıs’ın kuzeyine özgü şartlarda ortaya çıkmış gibi görülse de bu talep, sendikalaşmanın türlü biçimlerle engellendiği bu dönemde evrensel bir talep olabilecek devrimci niteliktedir. Çünkü geniş fakat parçalı hale getirilmiş emekçi kitlelerin sahiplenebileceği kadar ılımlı, egemenleri ise rahatsız edecek kadar radikal bir taleptir. Bu sebeple iddiamız, sosyalistlerin ülkenin siyasal geleceği üzerinde ciddi bir etki kazanmasına da katkı sağlayabileceği yönündedir.

Kaynakça

Bağımsızlık Yolu (2018). Sendikasız Çalıştırılmak Yasaklansın


[1] Bağımsızlık Yolu’nun Sendikasız Çalıştırılanın Yasaklanması için hazırladığı yasa taslağı dönemin muhalefet partisi TDP Milletvekili Zeki Çeler üstünden ivedilik talebiyle meclise sunulmuş fakat reddedilmiştir. Talebin reddedildiği oturumda dönemin DP Başkanı Serdar Denktaş; “Sendikalaşma için henüz şartlar uygun değil, zamanı değil, gelişmemiş durumda olan özel sektörün sonu olur” şeklinde konuştu. Öte yandan bir sonraki seçimle kurulan 4’lü koalisyon hükümetinde Çalışma Bakanı olan Zeki Çeler, ise yasayı bir kere daha gündeme almadı.