
Bağımsızlık Yolu Girne Bölge Örgütü, Kadın Eğitimi Kolektifi ve Baraka Kültür Merkezi, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde Girne Kaymakamlığı önünde ortak bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını örgütler adına Bağımsızlık Yolu Genel Sekreter Yardımcısı Evren Gürtunç okudu.
Açıklamada, Kıbrıs’ın kuzeyinde son on yılda 42 kadının erkek şiddeti sonucu hayatını kaybettiği hatırlatılarak, kadına yönelik şiddetin bireysel veya aile içi bir mesele olmadığı, aksine toplumsal, siyasal ve kurumsal bir sorun olduğu vurgulandı. Devletin toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini gidermek konusunda yıllardır yetersiz kaldığına dikkat çekildi.
Girne’de Sığınma Evi Yok, Koruma Kararları Uygulanmıyor
Örgütler, Girne’nin son yıllarda çok sayıda ağır şiddet vakasıyla gündeme geldiğini belirterek bölgede çalışan kadınların turizm ve hizmet sektörlerinde güvencesiz koşullar, düşük ücret ve sigortasız istihdamla karşı karşıya bırakıldığını ifade etti. Bu ekonomik güvencesizliğin, şiddet gören kadınların evden ayrılma hakkını fiilen ortadan kaldırdığı belirtildi.
Bu Bir Şiddet Rejimidir
Açıklamada, kadın cinayetlerinin önlenebilir olduğuna dikkat çekilirken, devletin gerekli kurumsal mekanizmaları kurmadığı ifade edildi. Yıllardır sığınma evi açılmaması, ücretsiz bakım hizmetlerinin bulunmaması ve ekonomik eşitsizliğin derinleşmesi, “şiddetin sürekliliğini garanti altına alan bir yapı” olarak nitelendi.
Kadına yönelik şiddetin yalnızca cezalarla çözülemeyeceği vurgulanarak, eğitimden iş yaşamına, medyadan hukuka kadar tüm alanlarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin inşa edilmesi gerektiği belirtildi.
Basın açıklamasının tamamı şöyle:
Kıbrıs’ın kuzeyinde son on yılda 42 kadın, erkek şiddeti sonucu öldürüldü. Bu veriler, kadına yönelik şiddetin bireysel bir “aile içi sorun” değil, toplumsal, siyasal ve kurumsal bir mesele olduğunu gösteriyor. Şiddet, münferit değil; devletin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini önlemekte yetersiz kalmasının doğrudan sonucudur.
Şiddet kendiliğinden ortaya çıkmıyor; cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten aile yapısı, ekonomik bağımlılık, yasal koruma eksiklikleri ve devlet politikalarının yokluğu tarafından sürdürülüyor ve yeniden üretiliyor.
Girne, özellikle son yıllarda basına yansıyan çok sayıda ciddi şiddet vakasının görüldüğü bir bölge. Girne’de kadınların çoğu, turizm ve hizmet sektöründe güvencesiz koşullarda çalışıyor. Bu sektörlerde düşük ücret ve sigortasız çalışma yaygın. Kadın çalışanlara yönelik mobbing, “görünüş odaklı işe alım” ve hamile kaldığında işten çıkarma durumları biliniyor. Ekonomik bağımlılık ve güvencesizlik, şiddete maruz kalan kadının evden ayrılabilme hakkını elinden alıyor.
Girne’de ev içi şiddet nedeniyle yardım isteyen kadınların karşılaştığı başlıca sorunlar şunlar: Sığınma evi yok. Barınacak güvenli bir yer bulunamadığında, kadınlar çoğu zaman şiddet uygulayanla aynı evde yaşamaya devam etmek zorunda kalıyorlar. Koruma kararı uygulamada etkisiz. Koruma kararları çoğu zaman ya geç işleniyor ya da takip edilmiyor. Fail kapıya dayanıyor, kadın tekrar şikâyete gidiyor, süreç yeniden başa sarıyor. Polis ve yargıda “barıştırma” eğilimi var. Birçok başvuruda “aile içinde halledin”, “çocuklarınız var, bir kez daha deneyin” gibi yönlendirmeler kadınların güvenliğini tehlikeye atıyor. Bu yaklaşım, şiddetin devamı için doğrudan zemin hazırlıyor. Bazı medya kuruluşları kullandığı dil ile failin sorumluluğunu hafifletiyor. “Kıskançlık krizine girdi”, “bir anlık öfke” gibi ifadeler şiddeti hastalık, duygu veya hata gibi sunarak politik kökenini görünmez kılıyor.
Sonuçta ortaya çıkan tablo şudur: Kadınlar şiddete maruz kalıyor. Devlete başvurduğumuzda sistem bizi korumuyor. Ekonomik bağımlılık nedeniyle evden ayrılamıyoruz. Sosyal çevre ve medya, şiddeti bireyselleştiriyor. Son aşamada, kadınlar öldürülüyor.
Bu süreç tesadüf değil, örgütlü toplumsal eşitsizliğin işleyişidir. Girne’deki örnekler bize şunu gösteriyor: Kadına yönelik şiddet önlenebilir. Ancak devlet bunu önlemek için gerekli kurumsal mekanizmaları kurmamıştır. Sığınma evi açılmadı. Hükümetler yıllarca bu talebi görmezden geldi. Ücretsiz kreş ve bakım hizmeti yok. Bakım yükü kadınların omuzlarına bırakıldı. Ekonomik eşitsizlik çözülemedi. Bu da şiddetin sürekliliğini garanti altına aldı. Dolayısıyla mesele “erkek şiddeti” ile sınırlı değildir. Bu, devlet politikalarıyla örgütlenmiş bir şiddet rejimidir. Kadınlar hayatta kalmak için mücadele etmek zorunda bırakılıyor. Soru artık açık ve nettir: Devlet insanca bir yaşamı biz kadınlara layık görmüyor mu?
Bu koşullara rağmen devletin bir tek sığınma evi dahi yoktur. Şiddete uğrayan kadınlar için güvenlik, destek ve hukuksal yönlendirme sağlayacak kurumsal mekanizmalar yoktur. Kolluk kuvvetleri ve yargı süreçleri, kadını korumakta sistematik olarak yetersizdir. Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet, önlenebilir olduğu hâlde önlenmemektedir. Bu durum, gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin ortak sorumluluğudur.
Kadınlar, ev içi emeğin görünmez kılındığı; bakım yükünün yalnızca kadınlara bırakıldığı; ücretli işte ise daha düşük maaşlarla, terfi engelleriyle ve hamilelik dönemlerinde işten uzaklaştırılma baskısıyla karşılaştığı bir toplumsal yapıda yaşamaktadır. Ekonomik eşitsizlik, şiddeti besleyen temel yapılardan biridir. Ekonomik bağımsızlığı olmayan kadının şiddetten uzaklaşma fırsatı azalır.
Fiziksel şiddet kadar psikolojik, ekonomik ve dijital şiddet de her gün yeniden üretilmektedir. Cinsiyete dayalı baskı, yalnız bireysel davranışlarda değil; eğitimde, medyada, iş yerlerinde ve hukuk düzeninde yeniden kurulur. Kadına yönelik şiddeti durdurmak, yalnızca cezayı artırmakla değil; eşitliği toplumsal olarak inşa etmekle mümkündür.
Kamusal bakım hizmetlerinin kurulması; ücretsiz ve erişilebilir kreşlerin açılması; Alo 183 İhbar Hattı’na altyapı kazandırılması ve devlet işletmesinde sığınma evlerinin kurulması; şiddete maruz kalan kadınlar için ekonomik, hukuki ve psikolojik destek mekanizmalarının sağlanması; toplumsal cinsiyet eşitliği eğitiminin tüm eğitim kademelerine ve kamu kurumlarına zorunlu olarak yerleştirilmesi gereklidir.
Kadınların beden bütünlüğü, yaşam hakkı ve özgürlüğü, tartışılabilir değil; temel bir insan hakkıdır. Bu hakların güvence altına alınması için devletin kararlı, yapısal ve kalıcı politikalar üretmesi zorunludur.
Kadına yönelik şiddetin bitmesi, ancak şiddeti mümkün kılan ekonomik, kültürel ve siyasal yapıların dönüşümüyle mümkündür. Kadınların yaşam hakkı pazarlık konusu değil, vazgeçilmezdir. Eşitlik, sosyal adalet ve özgürlük birer talep değil; haktır.
– Güvenli sığınma evleri ve şiddet önleme merkezleri her bölgede derhal hayata geçirilmelidir.
– Tüm ilçelerde Polis Şiddete Müdahale Birimi, etkin başvuru alacak şekilde yapılandırılmalı; ayrıca, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı Sosyal Hizmetler Dairesi altında hizmet veren “ALO 183 Acil Sosyal Hizmet İhbar Hattı” altyapısı kurulmalıdır.
– Özel sektörde çalışan kadınların, yerli veya göçmen fark etmeksizin, ucuz ve esnek iş gücü olarak görülmesine son verilmelidir. İstihdamları güvence altına alınmalı ve “eşit işe eşit ücret” ilkesi derhal uygulanmalıdır.
– “Özel sektöre sendika” şiarımızı bir kez daha yineliyoruz. Kadın emeğinin sömürüsüne son verilmesi için özel sektörde sendikasız işçi çalıştırmak yasaklanmalıdır.
– Toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlara yüklediği sorumlulukların hafifletilmesi için: kamusal kreşler, etüt merkezleri, kamusal aşevleri, çamaşırhaneler, yaşlı bakım hizmetleri ivedilikle hayata geçirilmelidir.
– Hükümetin finansal destek sağladığı Din İşleri ve Evkaf İdaresi’ne ayrılan bütçe, sosyal hizmetlere tahsis edilmelidir.
– Genç kuşaklara toplumsal cinsiyet eşitliği olgusunun aşılanması için, cinsiyetçi, heteroseksist ve muhafazakâr dayatmalar yerine, insan haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alan eğitim müfredatı oluşturulmalıdır. Din dersleri, zorunluluktan çıkarılıp seçmeli ders haline getirilmelidir.
Kadınlar Yürüyor, Mücadele Büyüyor!
Bağımsızlık Yolu Girne Bölge Örgütü
Baraka Kültür Merkezi
Kadın Eğitimi Kolektifi