Mustafa Keleşzade
Suriye’de Baas rejimine karşı ilk protesto 2011 senesinde gerçekleşmişti. 8 Aralık 2024 tarihinde Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından son Arap sosyalisti Baas iktidarı da son bulmuş oldu. Rejimin devrilmesi ile Suriye’de suların durulması ise aynı anlamı taşımıyor. Suriye’de şu an ne oluyor sorusunun cevabı, hareket halindeki bir trenin anlık durumunu tanımlamak gibi olur. Suriye’de neler olduğunu anlamak için biraz daha geriye gidip “Arap Baharı” olarak adlandırılan isyan, darbe ve müdahalelerle çevrili rejim değişiklikleri süreçlerini anlamamız ve oradan bugüne yol almamız gerekiyor.
İlk İsyan Tunus
Suriye’deki sürecin fitili 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendini yakması ile ateşendi. 26 yaşında yoksul bir genç olan Buazizi, seyyar satıcılık yapmaktaydı ve hükümet yetkililerinin tezgâhına el koyması ile işsiz kalmıştı. Ülkesi, 1987 senesinden bu yana darbe ile iktidara gelmiş Zeynel Abidin Bin Ali’nin yönetimi altındaydı. Gelir eşitsizliği ve yolsuzluk doruktaydı. Ülke, derin bir ekonomik kriz içerisindeydi. Sorumluları değişmek adına demokrasi ise yoktu. Canına tak eden Buazazi’nin eylemi, Tunus halkını harekete geçirdi ve barışçıl kitle eylemleri ile “Yasemin Devrimi” adı verilen süreç yaşandı. Bin Ali istifa etti ve yerine en örgütlü hareket olan Nahda Hareketi geçti. Kendisini “ılımlı İslamcı” olarak tanımlayan Nahda hareketi, Müslüman Kardeşler (İhvan) olarak bilinen örgütten ilham alınarak oluşturulmuş bir yapıdır.
İsyan Yayılıyor: Bu Sefer Mısır
Tunus’un ardından isyanın ikinci dalgası, Mısır’da karşımıza çıkıyor. Ülkeyi 30 yıldır yöneten Hüsnü Mubarek’e karşı sendikaların ve gençliğin başını çektiği kitlesel eylemler 25 Ocak 2011’de başlıyor. Bu isyan, özellikle başkentteki devasa eylemlerin kesintisiz gerçekleştiği Tahrir Meydanı ile sembolleşerek, Tahrir Meydanı Eylemleri olarak anılır. Lakin rejim değişikliği, bu kez istifa ile değil 11 Şubat 2011’de ordunun yönetime el koyması ve Mubarek’i tutuklaması ile gerçekleşiyor. Darbenin ardından gerçekleşen seçimlerle, İhvan örgütü adına seçimlerde yarışan Mursi, 2012’de cumhurbaşkanlığını alıyor. İhvan, Tahrir Meydanı Eylemleri’ne katılmaktan geri duran bir örgüt olmasına rağmen, örgütlü gücü, onu rejimin yıkılmasının ardından iktidar durumuna getiriyor.
Libya’da “Kanlı Bahar”
“Arap Baharı” tanımının kökenine baktığımızda, Ocak 2011’de Afrika’da veya Ortadoğu’da değil ilk kez Batı’ta kullanıldığını ve oradan medya aracılığı ile dünyaya bu terimin yayıldığını görebiliriz. Libya sürecini ise en iyi tanımlayan araştırmacı yazar Hamide Yiğit’tir. Yiğit 2014’te yayımlanan kitabının başlığını, yaşananların baharla oluşturduğu tezat duruma atıfla “Libya’da Kanlı Bahar” olarak belirlemiştir.
Libya’da Kaddafi rejimine karşı ilk protesto 15 Şubat 2011’de gerçekleşti. İlk ve tek kitle eyleminde protestoculara, kimliği belirsiz kişi veya kişilerin ateş etmesi sonucu 3 protestocu hayatını kaybetti. Kaddafi istifa etmedi, ordunun kontrolünü de kaybetmedi. Bunun üzerine ülkenin çeşitli yerlerinde silahlı isyanlar patlak verdi. Suriye’de de karşımıza çıkacak, içinde yabancıların da bulunduğu El Kaide bağlantılı gruplar ilk kez karşımıza burada çıkar (Yiğit, 2021). Kaddafi, silahlı gruplarca ele geçirilen bölgeleri geri almak için ordu ile harekete geçti. Bunun üzerine BM Güvenlik Konseyi Kaddafi rejiminin “sivil halka yönelik saldırılarını önlemek” gerekçesi ile Libya hava sahasını “uçuşa yasak bölge” ilan etti ve gerekli “tüm araçları” kullanma kararı aldı (1973 numaralı karar). Karar sırasında veto hakkı bulunan Rusya ve Çin görüşmeye katılmadı. “Tüm araçlar” olarak bahsedilen ise, Libya üzerine havadan atılan 40 bin ton bomba oldu. Bu süreçte ordu zayıflatıldı. Sonuçta 8 aylık bir direnişin ardından Kaddafi, direnişinin bedelini, video kaydı ile de belgelenmiş şekilde, vahşice öldürülerek ödedi. Bu vahşet hem Libya’da hem de Ortadoğu’da yaşanacakların habercisi niteliğindeydi. Libya’nın da kaderi Kaddafi’den farklı olmadı. Süreç içerisinde 10 binlerce Libyalı öldürüldü. Ülke nüfusunun üçte ikisi yerinden edildi. Rejim devrildi ancak bugün cihatçıların bölgeleri kontrol ettiği ve çatışan iki ayrı hükümetin bulunduğu ülkede iç savaş halen devam etmekte.
Bahara Kabul Edilmeyen İsyan: Bahreyn
Libya’da ilk protesto ile eş zamanlı, Tunus ve Mısır’dan ilham alan bir hareket de Bahreyn Krallığı’nda başlar. 14 Şubat 2011’de monarşinin kaldırılması ve eşit haklar talepleri ile kitleler sokağa çıkar. Libya’da olduğu gibi burada da hükümet, anında eylemlere müdahale eder, ancak sürecin geriye kalan kısmı oldukça farklı gelişir. Sürece Libya’dakinin aksine “halkı korumak için” ve “hükümete karşı” BM müdahale etmez. Aksine, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Krallığı desteklemek için asker gönderir. Ardından da ABD, Krallık’tan yana dahil olur. 12 bin yabancı asker olayları bastırmak için ülkeye konuşlandırılır. Süreç içerisinde en az 45 gösterici öldürülür, 1500 gösterici tutuklanır, üniversite öğrencileri okullardan atılır, işten atılanlar ve vatandaşlıktan çıkarılanlar olur ve günün sonunda gösteriler bastırılır (Bahrain, 2011).
Güç Dengeleri ve Arap Baharı
Bahreyn örneği, “Arap Baharı” sürecinde yaşanan rejim değişikliklerinin kendiliğinden bir süreç olmadığının en net göstergesidir. Soru şudur: Bahreyn’i Mısır, Tunus, Libya’dan ayıran ve Suriye’den ayıracak olan nedir? Cevap oldukça basittir: Bahreyn demokrasinin olmadığı, siyasi baskı ve gelir adaletsizliğinin olduğu bir yer olmakla beraber, halihazırda batı bloğundadır. O nedenle “Arap Baharı”nın kapsamı dışında bırakılmıştır.
“Arap Baharı”nın uğradığı ülkelere baktığımızda, Soğuk Savaş döneminde batı bloğunda yer almamış, ya Sovyetler’den yana konumlanmış ya da Sovyetler ile ABD arasındaki kutuplaşmada bağımsızlığını korumuş ülkeler olduklarını görürüz. Sovyetler Birliği yıkılmış ancak bu ülkelerde önceden kurulmuş iktidar ilişkileri üzerinden Rusya’nın etki alanı devam etmiştir. Batı emperyalizmi, Rusya’nın artık bu etki alanını koruyamayacağı düşüncesine gelmiştir. “Arap Baharı” süreci batı bloğunun, iç dinamikleri kullanarak bu değişimi yaratma stratejisidir.
Diğer bir önemli faktör ise ABD emperyalizminin bölgedeki “stratejik sabiti” ve “değişmez müttefiği” olan İsrail ile ilgilidir. Mısır ve Suriye, Cemal Abdülnasır’ın Mısır lideri olduğu dönemde, Birleşik Arap Cumhuriyeti olarak birleşme noktasına kadar gelmişti. Bu birlikteliğin zemininde Siyonizm karşıtlığı önemli bir yere sahipti. Nitekim 1967’deki “6 Gün Savaşları” ve “Yom Kippur Savaşları”nda da İsrail’e karşı birlikte savaşmışlardı. Hem Arap sosyalizminin hem de onunla iç içe geçmiş seküler Arap milliyetçiliğinin tarihsel gelişiminde Filistin’e destek ve antiemperyalist bir Siyonizm karşıtlığı önemli yere sahip olmuştur. Libya’da Kaddafi de, iktidarı süresince benzeri bir ideolojik zeminden hareket etmiş; iktidarının meşrutiyet zeminine, Filistin’e desteği ve Siyonizm karşıtlığını koymuş, Libya’yı birleştirici bir zemin olarak kullanmıştır. Kaddafi, iktidarı döneminde Filistin direniş örgütlerini finansal olarak desteklemiştir. Bu nedenlerle “Arap Baharı” ile bu bölgelerde, Arap sosyalisti ve seküler Arap milliyetçisi rejimlerin temizlenmesi ve yerlerine İsrail yerine İran’ı düşman gören mezhepçi “Sünni İslam” hareketlerin koyulması hedefleri yatar.
“Vietnam Sendromu”ndan “Irak Sendromu”na
ABD Soğuk Savaş’ın ardından Rusya etki alanına yönelik en net müdahalesini Irak işgali ile yapmıştır. 11 Eylül saldırılarını Afganistan işgali, olayla hiçbir bağlantısı olmayan Irak işgali ve Irak’taki Baas rejiminin yıkılması takip etmiştir. Nitekim Rusya bu süreci engelleyecek bir reaksiyon gösterememiş ve güçsüz olduğu imajı perçinlenmiştir. Lakin önce Afganistan, ardından da Irak savaşlarının ABD için bazı tanıdık yan etkileri daha olmuştur. Vietnam Savaşı, ABD emperyal yayılmacılığından doğrudan işgallerin duraksamasına sebebiyet vermiştir. Bunun sebebi yenilgi değildir. Hatta yenilginin de asli sebebi, ABD kamuoyunun işgal hareketlerine karşı hale gelmesidir. ABD-Vietnam işgali uzun bir süreye yayılmış ve 50 binin üzerinde ABD yurttaşının ölümüne sebebiyet vermiştir (Archives, 2008). Ayrıca, ABD’nin kendi ülkesinde de sosyal harcamalardan kesintiler yapılmasına neden olmuştur. Bu durum halkta ciddi bir tepki oluşturmuş ve ilk başta yaratılmış “komünizmle mücadeleye destek” algısının yerini “Bizim ne işimiz var orda? Çocuklarımız niye binlerce kilometre ötede ölüyor?” sorusuna bırakmıştır. ABD açısından savaşı sürdürülemez kılan da kaynak eksikliği değil bu algı olmuştur. İşte Vietnam işgali sonucunda oluşan kamuoyundaki bu tavır, ABD’nin doğrudan işgal hareketlerinin önüne geçmiştir. Bu duruma “Vietnam Sendromu” denir (Jacobsen, 2001). ABD kamuoyundaki bu algı, 11 Eyllül saldırıları ile değişmiştir. Ancak Afganistan ve Irak savaşı bu algıları tekrar değiştirecektir. ABD hem Afganistan hem de Irak’ta rejimleri hızlı bir şekilde değiştirebilmiş fakat direnişi hiçbir zaman kıramamıştır. 2011 senesine gelinirken, Afganistan ve Irak’ta en az 9.500 ABD askeri ölmüş ve 75 binin üzerinde asker yaralanmıştır. Ayrıca bu süreçte 4.4 trilyon dolar, bölgeleri ele geçirmek ve kontrol altından tutmak için harcanmıştır (Watson Institutions, 2023). Bu tablo, askeri olarak zafer kazanılsa da ABD’yi “Vietnam Sendromu”nun bu sefer de “Irak Sendromu” olarak tekrarlanması ile doğrudan işgal harekatlarından geri durur hale getirmiştir.
Savaşın Neoliberalleşmesi: Taşeron Kullanımı
ABD emperyalizmi açısından bu tıkanıklığa cevap, neoliberal dönemin ruhuna uygun bir şekilde geliştirilir: savaşın taşeron güçlere devredilmesi. Aslında, ABD için yerel aktörlerin rejim değişikliğinde kullanılması yeni bir kavram değildir. Afganistan işgalinde, Taliban rejimine muhalif olan Kuzey İttifakı, Irak Savaşı sırasında Kürt peşmerge güçleri, sahada kara gücü olarak kullanılmıştır. Lakin Arap Baharı’nda devreye giren modelde sadece yerel güçler değil, belli bir ideoloji ile küresel cihat konsepti ile hareket eden İslamcı güçlerin de sahada aktör olarak kullanıldığını görüyoruz. Böylece, ABD doğrudan dahil olmadan rejimleri değiştirerek, kendisi ile uyumlu olacak “ılımlı” İslamcı rejimleri sahada teşkil edebilecekti.
Suriye İç Savaşı’na Giden Yol
Suriye bugün, etkileri küresel olan bir iç savaş ile anılmaktadır. Milyonlarca Suriyeli bu savaşın etkilerinden kaçmak için dünyanın dört bir yanına savrulmuş durumdadır. Bu trajedi bir günde oluşmamıştır. Suriye’de isyanın ateşi Mart 2011’de yakılmıştır. Ocak ayı itibari ile belli muhalif gruplar cuma namazları çıkışlarında “öfke günü” çağrıları yapsa da sesleri cılız kalmıştır. Bu dönemde rejim destekçisi eylemler de muhalif eylemler kadar görünürdür. İsyan dalgasını ateşleyen eylemler, Dera kentinde gerçekleşmiştir.
2011’e gelinirken, geçimini büyük oranda tarımla sağlayan Dera’da kuraklık, ekonomik faaliyetlere darbe vurmuş, yoksulluk ciddi bir şekilde artmış ve bu durum hükümete olan desteği büyük oranda azaltmıştır. Rejim, tarihsel olarak en çok desteği kırsalda almıştı. Ancak iktidarı babası Hafız Esad’dan devralan Beşar Esad döneminde uygulanmaya konulan liberal ekonomi politikaları sonucu, tarımsal desteklerin kesilmesi ile kırsaldan desteğini yitirmiştir. Hal böyleyken, 20 Mart 2011’de Dera kentinde eylemler kontrolden çıkmış ve Baas Parti binası ve hükümet ofisleri yakılmıştır. Ayrıca rejimin semirttiği zenginlerin sembollerinden Rami Mahluf’un telefon şirketi Syria Tell de saldırıların hedefi olmuştur. 21 Mart’ta ise Dera’da hükümet güçlerinin müdahalesi gelmiştir. Gerçek mermi kullanan kolluk kuvvetleri 14 kişiyi öldürmüştür. Hükümet kaynakları bu duruma eylemciler arasında saklanan silahlı kişilerin sebebiyet verdiğini iddia etmişse de o günden sonra işlerin rengi değişmiştir (Taştekin, 2015).
Dera’daki çatışmanın ardından Esad rejimi saldırganlaşmak yerine halkın çeşitli kesimlerine yönelik vaatlerde bulunmuştur. Bir grup siyasi tutuklu serbest bırakılmış, kısmi af ilan edilmiştir. Esad yönetimi başbakanı istifa etmiş, şiddet olaylarının araştırılması için komisyonlar kurulmuştur. Ayrıca demokratikleşme için sözler verilmiştir. Hükümet, Kürtlere ve Selefi kesimlere yönelik bazı açılımlar da gerçekleştirmiştir (Taştekin, 2015). Ancak bu açılımlar, şiddetin yayılmasının önüne geçememiştir.
Rusya “Yeter” Dedi!
Aylar geçtikçe rejimin uzlaşı çabaları yerini bastırma hareketlerine bırakmış fakat bu çabalar da başarısız olmuştur. Rejim, şehirlerin kontrolünü teker teker kaybederken, askeri gücünü sahaya sürmüştür. Bu noktada, Libya’da Kaddafi’nin lincinde karşımıza çıkan El Kaide bağlantılı Selefi cihatçılar, Suriye’de de görünür olmaya başlamıştır (Taştekin, 2017). Batı’nın Libya’dakine benzer bir süreçle rejimin düşmesini beklediği bu dönemde, dış aktörler bağlamında bambaşka bir süreç gelişmiştir. BM’de konu ile ilgili görüşmelerde, Libya’dan farklı olarak, Rusya rejime karşı müdahaleleri veto etmiş ve Esad rejiminden yana tavır almıştır. Ayrıca İran’ın İsrail etki alanına karşı kullandığı Direniş Ekseni de sürece dahil olarak rejimin imdadına Hizbullah milislerini yetiştirmiştir (Taştekin, 2015). Çatışmaların şiddeti artınca Rusya, Suriye’deki askeri üsleri ve hava saldırıları ile de Esad rejimine destek olmuştur.
Özgür Suriye Ordusu Oluşturuluyor
Sahada şiddet artarken Suriye’nin komşusu Türkiye de sürece dahil oldu. Beşar Esad yönetimi ile Erdoğan’ın ilişkileri, Erdoğan’ın “kardeşim Esad” sözünde vücut bulur. Gerçekten de Esad rejimi ile Türkiye ilişkileri, özellikle Esad rejimi PKK’ye kapıları kapattıktan sonra yakın bir hal almıştır. Öyle ki, isyanın ilk günlerinde Esad’ın reformlarını şekillendirirken danıştığı ve fikirlerini uygulamaya koyduğu da yine AKP iktidarıdır (Taştekin, 2015). Lakin bölgede oluşacak yeni durumda elini güçlendirmek isteyen Erdoğan, Suriye’de “kardeşim Esad”dan “Katil Esed”e geçiş yapmış ve muhalif güçlerin hamiliğini üstlenmeye başlamıştır. Türkiye o dönemde “özgürlük savaşçısı” olarak adlandırılan Selefi cihatçıların Suriye’ye girişine aracılık etmiş ve Arap krallıklarının finansmanı ile eğitilip donatılmalarını sağlamıştır.
Artık rejim karşıtı muhalifler, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adıyla anılımaktadır. Sahadaki gerçeklik ise tek bir düzenli ordu değil pek çok silahlı grubun birleşimi olan bir bloktur. Bu gruplar arasında, İhvan ve El Kaide bağlantılı pek çok Cihatçı yapı da vardır (Taştekin, 2017).
IŞİD Tüm Dengeleri Bozuyor
Suriye’de rejim Rusya ve İran desteği ile yıkılmadığı oranda, Batı’nın rejimi devirmek için taşeron güçlere sunduğu destek de giderek artmıştır. Bu dönemde Suriye, küresel cihadın üssü haline getirilmiştir. İşte bu tabloda, bir cihatcı grup, Batı’nın kendisine çizdiği sınırları aşan bir adım atmıştır. Bu grup, Irak Şam İslam Devleti’dir. Irak Şam İslam Devleti, adından da anlaşılacağı üzere sadece Şam’daki rejimi devirmeyi değil, Irak’ta da bir İslam devleti kurmayı hedefler. Batı desteği ile semiren yapı, 2013 senesi içinde Suriye’de daha zayıf ÖSO gruplarına da saldırarak bazı bölgeleri ele geçirmeye başlar. Ardından 2014 itibari ile Irak sahasına da girerek Irak’ın büyük bölümünü ele geçirir. Haziran ayında özellikle Musul ve bağlı bulunduğu Ninova vilayetini ele geçirmesi önemlidir (Al-Salhy & Arango, 2014). Vilayet ile birlikte vilayetin merkez bankası, petrol sahaları ve bölgeyi savunmak için ABD’nin hibe ettiği zırhlı birlikleri de ele geçirir. Böylece IŞİD artık dış desteğe muhtaç olmadan kendine yeter bir güç haline gelir. Irak’ta bu denli yayılabilmesini sağlayan temel etkenler, Irak işgali sonrasında ABD’nin kurduğu rejimin halka refah sunamaması ve yönetimden dışlanan Saddam’ın ordusundan arta kalan komutan ve güçlerinin de IŞİD ile işbirliği yapması olmuştur.
IŞİD’in Suriye’nin tamamından kat ve kat daha fazla zengin doğal kaynakları olan ve halihazırda ABD kontrolündeki Irak’a girişi, sahadaki tüm dengeleri alt üst eder. Daha önce Batı medyası tarafından görmezden gelinen ve sadece IŞİD’e özgü olmayan cihatçı terörü, azınlıklara yönelik katliamlar, infazlar, savaş suçları artık ana akım medyanın kamerasındadır. IŞİD’e karşı uluslararası koalisyon kurulup IŞİD’i geriletmek için farklı taşeron güçler desteklenmeye başlanır. IŞİD’in ise küresel saldırı dalgası başlar. Türkiye, Erdoğan’ın IŞİD’in 2014-2015 kuşatmasına yönelik “Kobani düştü düşüyor” sözünde de görüldüğü üzere uzun bir dönem, başta YPG’yi tasfiye etme amacı olmak üzere, hedeflerini gerçekleştirmek için IŞİD’i kullanmaya çalışmışsa da 2016 itibari ile IŞİD’e karşı adım atmıştır.
IŞİD’in Etkisi
IŞİD’in 2014’te Irak’a başlattığı hareket büyük bir etki yaratmıştır. Batı’nın, ılımlı İslamcıları taşeron olarak kullanarak rejim değiştirme projesi, sadece Suriye sahası ile sınırlı kalmayarak çökmüştür. Tunus’ta hükümet olan Nahda hareketi, 2014’teki seçimle iktidarı seküler ittifağa kaybetmiş, Mısır’da ise Müslüman Kardeşler iktidarı, tekrar başlayan Tahrir Meydanı eylemlerinin ardından yine 2014 senesi içinde, darbe ile gönderilmiştir. Müslüman Kardeşler’den cumhurbaşkanı olan Mursi idamla yargılanırken hapishanede ölmüştür. Suriye’de ise Esad rejimi Batı’nın IŞİD’e yoğunlaşması ile nefes almış ve cihatçılar birliği ÖSO’nun Batı kamuoyundaki desteği azalmıştır. Rusya hem küresel prestijini arttırmış hem de zayıf olduğu imajını silmiştir.
Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan rejim dışı seküler tek aktör olan Kürt grup YPG hem Rusya’dan hem de Batı’dan destek alabilmiştir. IŞİD ile etkin mücadelesi ile Arap güçlerinin ve enternasyonel savaşçıların da dahil olacağı, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) teşkil etmiş ve önemli bir özneye dönüşmüştür. Irak’ta ise IŞİD’e karşı Haşd al Şabi adı altıda oluşturulan Şii milis örgüt, etkili mücadelesi ile destek toplamış ve ciddi güç kazanmıştır (Taştekin, 2016). Bu durum, Irak sahasında Şii ve İran etki alanını genişletmiştir.
Suriye’de 2024’e Kadar Oluşan Statüko
Türkiye’nin, Suriye’ye ilk askeri operasyonu 6 Kasım 2016’da IŞİD kontrolündeki Al Bab bölgesine yönelik yapılır. Bu operasyon, IŞİD’e yönelik olsa da aslen SDG güçleri kontrolündeki Afrin ile Kobane’nin, yani Fırat’ın doğusu ile batısının birleştirilmesini önlemek için gerçekleştirilir. Ardından 2017’de İdlip Bölgesi’nde konuşlu Selefi cihatçı Ahrar Al Şam kontrolündeki bölgeye, Esad’ın saldırılarına karşı, Türkiye asker gönderir. Burada hedef, Esad rejiminin bölgeyi ele geçirerek Selefi cihatçı varlığını ortadan kaldırmasının önüne geçmektir. Bu hareket başarılı olur. İdlip bölgesi Suriye’de, cihatçıların son vahası olarak varlığını sürdürür. Öyle ki IŞİD lideri Ebu Bekir Bağdati de 2019 senesinde bir Amerikan operasyonu ile İdlip’te öldürülmüştür (Trew, 2019). Türkiye ise bu bölgenin hamiliğini üstlenir.
Ardından Türkiye, YPG’nin PKK bağlantısı ile kendisine tehdit oluşturduğu gerçekçesiyle, SDG kontrolündeki bölgelere harekatlar düzenler. 2018’de Afrin, 2019’da ise Tel Abyad bölgelerinin kontrolünü SDG’den alır. Türkiye, ele geçirdiği Al Bab, Afrin ve Tel Abyad bölgelerinde, Türkiye’ye biat eden onlarca farklı Selefi örgütü eğitip maaşa bağlayarak, o bölgede bir yönetim teşkil eder ve bu örgütlerin toplamına Suriye Milli Ordusu adını verir.
SDG, IŞİD’in başkent ilan ettiği Rakka’yı Ekim 2017’de ele geçirir. 2019’da ise Deyr El Zor bölgesinde IŞİD’in elindeki son kasaba Banghuz’u ele geçirerek IŞİD’in teritoryal varlığına son verir (Evrensel, 2019). SDG ayrıca Manbij, Tel Rıfat, zengin petrol yataklarının bulunduğu Deir El Zor ile Suriye’nin tahıl ambarı olan Fırat’ın batısından, Türkiye sınırı boyunca uzanan geniş bölgenin kontrolünü elinde bulundurur. Artık sadece Kürtlerin değil Arapların, etnik ve dini diğer azınlıkların da aralarına bulunduğu bir nüfusu yönetir duruma gelir. Bu bölgeyi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi adı ile yönetir (Taştekin, 2016). Ayrıca farklı bölgelerde ABD, Rusya ve Esad yönetimi ile ikili ilişkiler kurar.
İdlip Bölgesinde, farklı cihatçı gruplar varlıklarını sürdürse de, IŞİD ile aynı örgütsel kökten gelen Ahrar Al Şam adlı El Kaide’ye biatlı grup, bölgenin kontrolünü diğer gruplarla çatışarak büyük oranda ele geçirir (Levent, 2019). Grup, Selefi cihatçılığın IŞİD’in ardından güç kaybetmesi neticesinde, El Kaide ile bağlarını kopardığını açıklayarak daha ılımlı bir imaj çizmeye yönelir. Ayrıca isim değiştirerek Hayat Tahrir Al Şam (HTŞ) adını alır ve kontrolündeki bölgede Suriye Kurtuluş Hükümeti’ni oluşturur.
Esad Rejimi Neden Düştü?
Hem IŞİD’den hem de ÖSO adıyla anılan cihatçı güçlerden ülkenin yaklaşık yüzde 70’ini geri alan ve 2024’e kadar bu bölgelerde İran ve Rusya desteğinin yanı sıra Hizbullah askeri varlığı ile yönetimini sürdüren Esad rejimi neden düştü? 2011’den 2024’e kadar 13 sene direnen Esad rejimi, HTŞ’nin 27 Kasım’da başlayan Halep saldırısının ardından, 13 gün dahi direnemeyerek 8 Aralık’ta devrilmiştir. Suriye’de statükoyu sarsarak Esad rejiminin düşüşünü sağlayan farklı etkenlerden bahsedebiliriz.
Esad rejiminin en güçlü destekçisi Rusya’nın, Ukrayna savaşının çıkması ile askeri odağını o bölgeye kaydırması bu etkenlerdendir. Rusya’nın HTŞ’nin Halep’e saldırısı başladığında hava desteği sağlayamaması, ardından da cılız bir destek vermesi bu durumun göstergesidir.
7 Ekim 2023 Hamas’ın İsrail saldırısının ardından, İsrail’in önce Gazze’ye başlattığı soykırımcı saldırı, ardından da Lübnan içerisine başlattığı saldırı ise diğer önemli etkendir. Hayat Tahrir El Şam’ın İdlip’ten Halep’e başlattığı saldırı, Lübnan Hizbullahı ile İsrail arasında ateşkesin sağlandığı gün gerçekleşmiştir. Aynı gece İsrail, Lübnan Suriye sınırının Suriye tarafını havadan bombalamıştır (Reuters, 2024). Bu durum rastlantı değildir. Lübnan’ı İsrail’e karşı savunmak için Suriye’den Lübnan’a geri dönen Hizbullah’ın yarattığı güç boşluğu, Esad rejiminin savunmasını zayıflatmıştır. Ayrıca İran’ın odağının doğrudan İsrail ile oluşan çatışma durumunda olması da İran’ın Esad’dan yana reaksiyon göstermesini engellemiştir.
Batı yaptırımlarının, Suriye rejiminin ekonomisi üzerinde yarattığı etki ise diğer bir etkendir. Sezar Yaptırımları gibi Suriye’nin ekonomisini hedef alan yaptırımlar ve ambargolar, Suriye’nin savaşla yıpranan ekonomisindeki krizi derinleştirmiş ve toparlanmasını zorlaştırmıştır (US Congress, 2019).
Tüm bunlardan öte Esad rejimi, çatışmaların durduğu “görece istikrarlı yılları” bir fırsat olarak kullanamamıştır. Ayaklanmanın çıkışında etken olan yoksulluk, yolsuzluk ve anti-demokratik yapı sorunları ile ilgili etkili adımlar atmamıştır. Savaş yorgunu halkın, aradan geçen bunca zamandan sonra devam eden sorunlarla, ehven-i şer olarak dahi, Esad rejimi yanında savaşmak için artık bir neden bulamadığını söyleyebiliriz. HTŞ saldırılarında Halep’in hızlı bir şekilde düşmesi, Humus ve Hama kentlerinin neredeyse çatışmasız devredilmesi, Şam’ın kapılarını HTŞ’ye açması bu durumun göstergesidir. HTŞ’nin Selefi anlayışının kendileri için tehdit oluşturacağı Alevi, Hristiyan ve diğer etnik ve dini azınlıklar dahi bir direniş göstermemiş, HTŞ yönetimini endişeyle karşılamakla yetinmiştir (Levent, 2025).
Suriye’de Şimdi Ne Olacak?
HTŞ, Şam’a girdi. Girdiği sırada, ABD’nin terör listesinde başında ödül ile “aranan” Ahmet Al Şarra, namı diğer “Golani”, Emevi Camii’nde namazını kıldı ve ardından “geçici” Cumhurbaşkanı oldu. Peki savaş bitti mi? Baas rejiminin Suriye’yi 60 yıl yönetebilmesi, baskıcı bir rejim olması veya rastlantı gibi gerekçelerle açıklanamaz. Esad ailesinin Alevi olması sebebiyile, Suriye Baas rejimi sıklıkla “Alevi Azınlık Rejimi” olarak eleştirilir. Ancak Suriye Baas rejimi ülkedeki etnik ve dini çeşitliliğe göre yönetimi şekillendiren bir rejimdi. Örneğin, 2011’de Dera’da yaşananların ardından, bölgedeki gerilimi azaltmak üzere bölgeye gönderilen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Farkul Al Şarra, bugün Cumhurbaşkanı olan HTŞ lideri Ahmet Al Şarra’nın birinci kuzeni olan bir Sunniydi (Taştekin, 2015). Esad yönetiminin kabinesinde her daim Sunni, Durzi ve Hristiyan bakanlar da yer alırdı. Ülkedeki etnik ve dini çeşitlilik büyük oranda temsil edilirdi. (Taştekin, 2015) Bugün Golani, her ne kadar Batı’nın rızasını almak adına ılımlı bir tablo çizmeye çalışsa da Selefi cihatçı bir yapıdan gelmektedir. Bu anlayış ile hoşgörü ve çeşitlilik kelimeleri yan yana gelebilir mi? Nitekim, İsrail işgalindeki Golan Tepeleri bölgesi çevresinde yaşayan Durzilerin, kendi savunma birliklerini oluşturduğu ve HTŞ’nin kuracağı şeriat rejimine dahil olmayacaklarını ilan ettikleri bir durum söz konusudur.
Ayrıca Suriye’de çatışmalar bitmemiştir. Suriye Demokratik Güçleri ile Türkiye güdümündeki SMO çeteleri arasında çatışmalar halen sürüyor. Rusya’nın denklemden çıkması ile tamamen ABD desteği ile hareket eder noktada kalan Suriye Demokratik Güçleri, Manbij bölgesinde Türkiye destekli güçlerle sıcak çatışma içerisindedir. Stabil bir rejim oluşması için sahada askeri varlığı bulunan Türkiye’nin, SDG, ABD ve HTŞ’nin uzlaşabileceği bir zeminin oluşturması zorunlu görünmektedir.
Suriye’de bundan sonrasında ne olacağı ile ilgili pek olumlu alternatifler olmasa da kanın duracağı tek tablo, HTŞ-SDG anlaşması, Türkiye rızası ve ABD destekli bir hükümet senaryosu olarak görülüyor. Aksi senaryo ise yıllarca sürecek etnik ve dini bir iç savaşın, muhtemelen Türkiye, Lübnan ve Irak’ı da içine çekerek tekrar Suriye’de egemen olmasıdır.
Suriye’de Kazananlar ve Kaybedenler
Esad rejiminin düşmesi ile bölgede dengeler de dramatik şekilde değişmiş durumdadır. Sürecin kaybedenleri arasında şüphesiz Rusya da bulunmaktadır. Rusya her ne kadar Batı’nın kendisini Arap Baharı öncesi gördüğü kadar zayıf olmadığını süreç içerisinde kanıtlamış olsa da, Esad rejiminin düşmesi ile bölgesel etkisi ciddi olarak zedelenmiştir. Ayrıca Rusya’nın bölgesel hakimiyeti için kritik önemdeki Lazkiye’de konuşlu Hmeymim Hava Üssü ve Akdeniz’e açılan yegane kapısı Tarsus Deniz Üssü halen Rusya kontrolünde olsa da tehlikeye düşmüştür. Suriye’de yaşananların en net kaybedeni ise İran olarak görünüyor. İran’ın İsrail’e karşı oluşturduğu direniş ekseninin, Lübnan Hizbullahı’nı da besleyen ve doğrudan İsrail ile sınırı olan halkası kopmuş durumdadır.
İran’ın kaybettiği bu noktada en büyük kazanan ise şüphesiz İsrail’dir. İsrail, HTŞ Şam’a girdikten sonra Suriye’ye yönelik büyük bir hava operasyonu gerçekleştirerek, neredeyse Suriye askeri kapasitesinin tamamını ortadan kaldırmıştır (Binley, 2024). Ardından Golan Tepeleri üzerinden Suriye içerisine girerek, işgal bölgesini Şam’a 5 km kalaya kadar genişletmiştir. Golan Tepeleri doğumlu, lakabını buradan alan Ahmet Al Şarra’nın HTŞ’si ise, İsrail işgalindeki Golan’dan gelen bu yeni işgale tepki göstermediği gibi, iktidarı ele geçirdikten sonra ilk çatışmasını, Şubat başında Lübnan sınırında Hizbullah ile yaşamıştır (Zerrouky, 2025). Bu durum, Golani iktiadarının, mezhepçi ayarlar ile hareket ederek İran’ı asli düşman göreceğinin işaretidir. Suriye’de halen güç sahibi diğer aktör olan SDG de hem Deir-el Zor bölgesinde geçmişte yaşanan çatışmalar nedeniyle İran ile mesafelidir, hem de Türkiye tehlikesine karşı varoluşunu koruyabilmek adına İsrail’den yana bir konum alır durumdadır. Gazze’nin İsrail soykırımcı saldırıları ile yıkıldığı, Lübnan Hizbullahı’nın İsrail işgaline karşı direnişi ile zayıflatıldığı notkada bu tablo, İran’a yönelik ABD ve İsrail eli ile bir rejim değiştirme operasyonunu olası hale getirmiştir.
Suriye’nin Savaşın Bilançosu
Suriye’de 14 yıldır süren vekalet savaşları, küresel etkileri olan bir süreci yarattı. Suriye’de Esad rejiminin devrilememesi ABD’nin projesini sarsarken, Rusya’nın Sovyetler’in yıkılmasından bu yana süren etki alanı daralmasını durdurdu. Yarattığı mülteci akını, özellikle Avrupa ve Türkiye’yi sarstı. Sığınmacıların varış ülkelerinde sermaye, ucuz iç gücü ile beslenirken, mülteci dalgasının yarattığı işsizlik ve sosyal sorunlar, ırkçı hareketlerin Avrupa genelinde yayılmasına yol açtı. Tarihin çirkin bir ironisi olarak Batı’da sağ iktidarların çıkardığı ve desteklediği savaşlar, aşırı sağın güçlenmesine sebebiyet verdi.
Başta Suriye ve Libya olmak üzere Arap Baharı’nın etkilediği ülkelerde ise halkların payına ölüm düştü. Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi’nin verilerine göre, Mart 2011 – Mart 2024 tarihleri arasında 617 bin 910 kişi süreçte hayatını kaybetti (The Syrian Observatory for Human Rights, 2024). BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre ise 14 milyon kişi yerinden edildi ve bunların 6.7 milyonu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı (The UN Refugee Agency, 2025). Suriye’nin 2011 nüfusu 21 milyondu.
Arap Baharı Dersleri ve Görevleri
Arap Baharı’nın uğradığı ülkelerde yaşananlar, ilerici bir öznenin olmadığı koşullarda bir devrimci durumda neler olabileceğini gösterir niteliktedir. Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’nin tamamında canına tak eden kitleler sokağa çıkmış devrimci durumları yaratmıştır. Mısır örneğinde öne atılan Tahrir Meydanı eylemcileri seküler ve ilerici karakterde olmasına rağmen örgütlü bir yapıları olmaması, iktidarın önce İhvan’ın eline geçmesine, ardından da ordunun yönetime el koymasına sebebiyet vermiştir. Tunus’ta 2014’te, Nida Tunus hareketi seçimleri, İslamcı Nahda’ya karşı bir çatı ittifakı oluşturarak kazanabilmiş ama program birliği olmayışı hareketin ilerlemesini durdurmuştur. Libya’da ise öznesizlik, ülkenin kabileler ekseninde bölünmesine, dış etkilerle biçimlendirilir hale gelmesine sebebiyet vermiş ve halen süren bir iç savaşı yaratmıştır.
Suriye’de örgütlenebilen ve diğer cihadi yapılar üzerinde egemenlik kurabilen HTŞ, yönetimi ele geçirmiştir. Suriye sahası, dünyada farklı sol yapılar üzerinde de politika belirlemekte sıkıntılar yaratmıştır. Bazı sol yapılar, Esad rejiminin milliyetçi ve baskıcı karakterine karşı ÖSO’yu desteklemiş ve günün sonunda IŞİD çizgisini destekler hale gelmiştir. Pek çok sol yapı ise emperyal saldırganlık karşısında Esad’ı destekleme noktasında kalmıştır. Suriye-içi seküler ve sol hareketler için de bu durum büyük oranda böyle olmuştur. İlk etapta eylemleri destekleyen bazı sol gruplar, zaman içerisinde Selefi tehdide karşı Esad rejimini destekler noktaya gelmiştir. Bu durum da, rejime karşı ilerici bir alternatifin geliştirilmesinin önüne geçmiştir. Bu noktada bir parantez Kürt hareketi ve SDG için açılmalıdır. Çatışmaların başladığı dönemde kendi bulundukları bölgede örgütlü bir hareket olarak yönetimi ele geçiren ve savunma noktasında kalan hareket, Esad’ın devrilmesi ile kendilerini Suriye’de kalan yegâne seküler ve ilerici özne kılabilmiştir. Rusya ve ABD arasında uyguladıkları denge politikası ile emperyal çatışma durumunda bağımsızlığını koruyup kendi bölgesinde özne olabilmeyi başarmıştır. Selefi cihatçılığın yayıldığı ortamda, bölge için kadın özgürleşmesi alanında devrim niteliğinde adımlar atmıştır. Lakin etkisi bölgesel kalmış, genel bir iktidar perspektifi geliştirmemiştir. Kurduğu çok-kültürlülük yapısının, son yaşanan Manbij ve Deyr El Zor çatışmalarında çatırdadığını ve üzerlerindeki postmodern siyasal etkinin özellikle ekonomi politikası geliştirmede hareketi geri düşürdüğünü belirtebiliriz. Bu durumsa Esad rejiminin devrilmesi ve Rusya’nın çekilmesi ile Türkiye tehlikesine karşı SDG’yi, ABD ve İsrail desteğine muhtaç durumda bırakmıştır.
Tüm yaşananlar bize göstermektedir ki, devrimci dalga gelmeden devrimcilere düşen görev, devrimci özneyi yaratmak ve onu kendi programı ile özne kılmaktır. Bu pratiğin sergilenemediği hallerde, devrimci durumlar gerici özneler tarafından kullanılacak veya ayaklanmaların bastırılması ile statükolar ayakta kalacak ve daha baskıcı hale gelecektir.
Ayrıca, özellikle Suriye’de yaşananlar, empeyalizmin etnik ve dini yaraları kaşıyarak taşeronlar yarattığının göstergesidir. Kaşımaya açık herhangi bir kimliksel yarayı bırakmamak, bölünme yaratabilecek noktalar üzerine eğilerek sınıfın birleştirici gücü ile halkları bir araya getirmek devrimcilere düşen görev olarak öne çıkamaktadır. Kıbrıs’ta bize düşen asli görev ise, Kıbrıs’ı emperyalist bir üs halinden çıkarmak için kitlesel bir mücadeleyi örgütlemektir. Saldırı, tüm bölgeyi kaosa sürüklemek için her noktadandır. Öyleyse direniş de her noktadan olmalıdır.
Kaynakça
Al-Salhy, S., & Arango, T. (2014, 6 10). Sunni Militants Drive Iraqi Army Out of Mosul. The New York Times.
Archives Government. (2008, 04 28). Vietnam war casualty statistics hostile.
Bahrain, A. j. (2011). Bahrain: the Human Price for Freedom and Social Justice.
Binley, A. (2024, 12 10). Israel carries out dozens of air strikes across Syria, reports say. BBC News.
Evrensel. (2019). IŞİD’in Suriye-Irak’taki yükselişi ve düşüşü.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1973 sayılı karar.
Jacobsen, K. (2001). Afghanistan and the Vietnam Syndrome. Economic and Political Weekly, 4182-4183.
Levent, H. (2019, 01 11). Hediye Levent: ÖSO üzerinden Türkiye’ye mesaj veriliyor. Deutzche Welle.
Levent, H. (2025, 02 13). Lazkiye’de neler oluyor? Aleviler ne istiyor? Evrensel.
Reuters. (2024, 11 27). Israel attacks north Lebanon crossings with Syria for first time, minister says. Reuters.
Taştekin, F. (2015). Suriye Yıkıl Git Diren Kal! İstanbul: İletişim Yayınları.
Taştekin, F. (2016). Rojava: Kürtlerin Zamanı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Taştekin, F. (2017). Karanlık Çöktüğünde. İstanbul: Doğan Kitap.
The Syrian Observatory for Human Rights (2024). Syrian Revolution 13 years on | Nearly 618,000 persons killed since the onset of the revolution in March 2011.
The UN Refugee Agency. (2025, 02). Syria situation. Unhcr.
Trew, B. (2019). How al-Baghdadi was caught after years in hiding, and who in Isis will take over. Independent.
US Congress. (2019). H.R.31- Caesar Syria Civilian Protection Act of 2019. 116th Congress.
Watson Institutions, f. (2023). https://watson.brown.edu/costsofwar/ adresinden alındı
Yiğit, H. (2021). Libya’da Kanlı Bahar. Tekin Yayınları.
Zerrouky, M. (2025). Le Monde. Fighting between Syria’s new army and Lebanese militias rages on border.