Ersoy: Seçimi, İki Devletlilik Tezi ve Halkın Gündelik Yaşamını Cehenneme Çevirmeleri Sonucu Kaybettiler!

Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Umut Ersoy, Bağımsızlık Yolu Mali Sekreteri Münür Rahvancıoğlu ve Bağımsızlık Yolu Omorfo Bölge Sorumlusu Celal Özkızan Emeğin Gündemni Programına katılarak cumhurbaşkanlığı seçimini değerlendirdiler.

Ersoy: Seçimin Esas Kaybedeni UBP, DP ve YDP

Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Umut Ersoy, seçim öncesi Bağımsızlık Yolu olarak yaptıkları analizlerde Tufan Erhürman’ın seçimi kazanacağının zaten gayet görünür olduğunu, bu nedenle seçim akşamı rahat olduklarını belirtti. Ancak %55 civarında bekledikleri oy oranının %62’ye ulaşmasının olumlu anlamda herkesi şaşırttığını ifade etti.

Seçimin esas kaybedeninin UBP, DP ve YDP partileri olduğunu vurgulayan Ersoy, bu üç siyasi partinin oyunun %35’te takılıp kalmasının ve 2020 yılındaki oydan neredeyse 20 küsur bin oy daha az almasının dikkat çekici olduğunu söyledi. Seçmen sayısının artmış olmasına rağmen bu düşüşün yaşandığına dikkat çekti. Ersoy, Ersin Tatar’ın karşısında olduklarını belirterek, halkın iradesinin bu şekilde yansıyacağını öngörebildiklerini ve bu pozisyonu bir nebze paylaştıklarını dile getirdi. Ancak Bağımsızlık Yolu’nun farkının, seçime katılmayarak ve dışarıdan eleştiriler getirerek “Tatar gitsin ama yerine koyacağımız siyasetin niteliği ve programı hakkında da bir tartışmamız gerekiyor” pozisyonunu korumak olduğunu, sadece Tatar’ın gitmesiyle hayatlarında bir şeylerin değişmeyeceğini savunduklarını kaydetti. Ersoy, Cumhurbaşkanı seçimi sonrasına hazırlanmış olduklarını, yeni dönem ve yeni mücadeleler için hazır olduklarını ifade etti.

Seçimi, İki Devletlilik Tezi ve Halkın Gündelik Yaşamını Cehenneme Çevirmeleri Sonucu Kaybettiler

Bağımsızlık Yolu Parti Meclisi kararlarında belirttikleri gibi, seçim sonucunun tek bir sebebi olmadığını, birçok sebep ve etmenin bir araya gelerek muazzam, çarpıcı bir sonuç ortaya çıkardığını belirten Ersoy, bunlardan bir tanesinin iki devletlilik tezi, diğerinin ise sahte diplomalar meselesi olduğunu aktardı. Ayrıca okulların hala şantiye halinde olması, depreme karşı toplanan paraların yatırıma dönüştürülmemesi, eğitim, sağlık, barınma hakkı sorunları, kiraların 500 Sterline çıkması gibi halkın gündelik yaşamını “cehenneme çeviren” pek çok sorunun seçim sonuçlarında etkili olduğunu söyledi. Asgari ücretten elektrik kesintilerine kadar Kıbrıs’ın kuzeyinde halkı mahkum ettikleri sorunlara yükselen bir tepki ve isyan bayrağı olduğunu dile getirdi.

Ersoy, Kıbrıslı Türklerin, net bir program ve söylemde değil, siyasal konjonktürün getirdiği sonuçla muğlak bir adayda, muğlak bir programda bir araya gelerek tepkilerini göstermek durumunda kaldıklarını söyledi. Yağma, talan, inşaat, ekolojik sorunlar, kadına yönelik şiddet, nüfus yapısındaki değişim gibi saymakla bitmeyecek sorunların yarattığı ruh halinin, özellikle emekçi halkın artık yeter çığlığını basabileceği ilk mühürü bulduğu alan olduğunu belirtti.

İki devletlilik tezinin kaybettiğini net bir şekilde söyleyebileceklerini ifade eden Ersoy, yaratılan düzenin zaten bu tezden ayrı olmadığını, bunun halka sunduğu şeyin “yalıtık bir şekilde bu adanın yarısında dünyayla herhangi bir temas kurmadan yaşayacaksınız” düzeni olduğunu ve tepkinin de buna olduğunu kaydetti. Diğer rejim partilerinin aday çıkarmayarak Erhürman’ın yanında konumlanmasıyla seçimin iki turlu seçim olacakken tek turlu seçime dönüşmesinin de bu tepkinin güçlü bir şekilde ortaya çıkmasında etkili olduğunu sözlerine ekledi.

Seçimin Bir Kaybedeni de AKP

Türkiye medyasında yoğunluklu olarak “AKP kuzey Kıbrıs’ta kaybetti” haberlerinin yapıldığını dile getiren Ersoy, seçimin bir kaybedeninin de AKP olduğunu ve halkın bir kesiminin seçim sonuçlarını 2020’deki meseleyle ilgili bir rövanş olarak gördüğünü ve bu motivasyonla oy kullandığını aktardı. Ayrıca 6 ay önce sokaklarda olunan, AKP eliyle okullarda dayatılan siyasal İslam projesine yönelik tepkinin de sandığa yansıdığını ifade etti. Ancak AKP’nin zaten Kıbrıs’ın kuzeyinde çok fazla seçim kazanmadığını, son seçimlerde istediği oyu alamadığını, sadece 2020 seçimlerini istediği adaya kazandırabildiğini hatırlattı.

2020 ile bugün arasındaki müdahale farkına değinen Ersoy, 2020’de pervasızca yapılan tepeden bir müdahale varken bu seçimde daha kontrollü bir müdahale olduğunu belirtti. Bunun bir sebebinin, AKP-MHP iktidarının 2020’den beri desteklediği adayı tamamen ortada bırakma lüksünün olmaması, ikincisinin ise Süleyman Soylu veya Binali Yıldırım gibi belirli kliklerin yürüttüğü bir müdahale olması olduğunu ifade etti. Ersoy, bu müdahale etme şeklinin aynı zamanda Tufan Erhürman’ın Cumhurbaşkanı olması ihtimali doğrultusunda, ona bir sınır çizebilme çalışması olarak da okunabileceğini dile getirdi. Müdahalelerin aşırı gerilim yaratmadan, “buradayız haddini bil” dercesine yapıldığını ve 2020’deki müdahalelerle aynı kategoride değerlendirilemeyeceğini, farklarının tespit edilmesi gerektiğini söyledi. Günün sonunda, Kıbrıslı Türk halkının kendi iradesine müdahale edilmesini istemediği sonucunun net olduğunu vurguladı.

Seçim sonuçlarının muazzam bir ikiyüzlülüğün deşifresi olduğunu söyleyen Ersoy, Kıbrıs Milliyetçiliği’nin, kaybedilen seçimlerden sonra hep halkı veya Türkiye kökenli insanları suçlama kolaycılığına başvurduğunu, ancak bu seçim kazanıldığı zaman Türkiye kökenli oylarımızla kazandık gibi bir argümanın ortaya atılmadığını, tam tersine “yaşşa Kıbrıslı” şeklinde aynı noktadan bir tavır sergilendiğini belirtti. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin kampanyasının Bağımsızlık Yolu’nun açtığı yolu, tam olarak aynısı olmasa da bir anlamda devam ettirdiğini, Türkiyeli-Kıbrıslı ayrımını aşan, bu yurda ait olan insanları geldiği yere göre ayırmayan bir yaklaşım sergilendiğini gözlemlediğini ve bundan memnuniyet duyduğunu ifade etti.

Ersoy, 2020 seçimlerinde de %48,5’luk oy oranının, Türkiye kökenli insanların da federasyonda, barış ve Türkiye’ye karşı eşit-onurlu bir ilişki kurma istencinde buluştuğunu gösterdiğini, bu ayrımın artık bir kenara bırakılması ve meselelere “sınıfsal pozisyondan” bakılması gerektiğini vurguladı. Kimlerin hangi noktalarda uzlaşacağını veya kutuplaşacağını kimlik değil, sınıfsal pozisyonlar üzerinden belirlemenin gerekliliğini gösteren bir seçim olduğunu söyledi.

Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin Kampanya Boyunca “Federasyon” Kelimesini Kullanmaktan İmtina Etti

Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin kampanya boyunca “federasyon” kelimesini kullanmaktan imtina ettiğinin net olduğunu ifade eden Ersoy, Erkut Şahali’nin “federasyon demeden anlattık” sözlerine rağmen Bağımsızlık Yolu olarak o federasyonu anlamadıklarını, daha çok iki devletin stratejik işbirliği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin jeostratejik çıkarlarıyla alakalı şeyler duyduklarını söyledi. Ersoy, iki devletliliğin argümanlarıyla soldan bir akıl yürütme yerine, sağdan bir akıl yürütme ile cevap verilmeye çalışıldığını, CTP’nin garantörlük veya hidrokarbonlardaki pay gibi konular üzerinden yürüdüğünü gözlemlediklerini aktardı. Bu dilin zaman zaman şoven bir damara kayabildiğini ve kampanyanın bu anlamda “sağcılaştığını” dile getirdi.

Tufan Erhürman’ın kampanyasındaki esas belirleyicilerden birinin ise mevcut hükümetin uygulamalarından bıkmış ve gelecek kaygısı taşıyan halkın duygularına yönelik söylemler olduğunu belirten Ersoy, “Çocuklarımız, gençlerimiz, geleceğimiz” gibi soyut kaygı giderici söylemlerin öne çıktığını, aşırı çocuk vurgusunun zaman zaman “çocuk istismarı kokan” derecede duygulara hitap eden bir kampanyaya dönüştüğünü ifade etti. Federasyonun fikirsel ve politik olarak savunulması yerine sağcılaşan bir eğilim olduğunu belirten Ersoy, her ne kadar %63’ün önemli bir kısmının tarihsel olarak federasyon oyları olduğunu bilmelerine rağmen, “federasyon kazananıdır” demenin bu anlamda biraz muğlak bıraktığını söyledi.

Ersoy, Tatar’ın kampanyasının başlarında “Rumlar federasyon istemez” söylemi varken, sonlarına doğru Türkiye’den gelen ekiplerin etkisiyle “federasyon olursa azınlık olunur” söyleminin yükseldiğini, bu iki iddianın çeliştiğini söyledi. Hem Rumların federasyon istemediğini iddia edip, hem de federasyonun azınlık yapacağını söylemenin tutarsız olduğunu vurguladı. Federasyonun kimseyi azınlık yapmayacağını, siyasal eşitler ve ortaklar yapacağını belirten Ersoy, bunun denenmiş bir şey olmadığını, sıfırdan inşa edilecek, halkların siyasal eşitliğine dayalı, ekolojiden barınma sorununa kadar pek çok sorunun konuşulabildiği ve ortak bir yurdun inşa edilebildiği bir ortaklık olacağını dile getirdi. Ersoy, tarihte olduğu gibi, seçimler ve iktidarlar gelip geçse de federasyon mücadelesinin, özellikle Kıbrıslı Türkler için, adada yeni ve ortak bir yurdu var edebilmenin “yegane yolu” olduğunu ve bu yolda vazgeçilmeyeceğini sözlerine ekledi.

Rahvancıoğlu: Halkın Reddettiği Şey, İki Devlet Siyaseti Kılıfı Altında Statükonun Devamıdır

Bağımsızlık Yolu’nun seçime katılmadığı yönündeki ifadelerin yanlış anlaşılabileceğine dikkat çeken Bağımsızlık Yolu Mali Sekreteri Münür Rahvancıoğlu, partilerinin aday çıkarmadığını, ancak boykot siyasetini reddeden bir yaklaşımları olduğunu, üyelerinin sandığa gidip oy kullandığını belirtti. Diğer neredeyse bütün partiler gibi sadece CTP ve Kıbrıs Sosyalist Partisi’nin aday gösterdiğini, dolayısıyla Bağımsızlık Yolu’nun siyasi parti olarak aday göstermediğini ancak bireyler olarak seçime katıldıklarını vurguladı.

Rahvancıoğlu, parti meclisi kararlarında da ifade ettikleri gibi, halkın, iki devletli çözüm kılıfına mahkum ettiğini ve bu mahkumiyet nedeniyle Ersin Tatar’ın gideceğini önceden beyan ettiklerini söyledi. Halkın reddettiği şeyin, “iki devlet siyaseti kılıfı altında statükonun devamı” olduğunu, yani “tanınmamış kktc’yi kumar ve mafya cenneti olarak kullanmaya devam etmenize iznimiz yoktur” dediğini ifade etti. Halkın, tanınma girişimi olmayan, uyuşturucu, kara para, mafya ve kumar cenneti olarak muhafaza edilmeye çalışılan bu “gri bölge” siyasetini keskin bir şekilde reddettiğini, Ersin Tatar’da cisimleşmiş haliyle iki devlet yaklaşımının reddedildiğini dile getirdi.

UBP-DP-YDP’nin Tarihsel Oy Potansiyelinin Bu Kadar Düşmesinin Tek Sebebi Son 5 Yıldır Maruz Kalınan Sosyoekonomik Zulümdür

Seçim sonucunun sadece ideolojik veya örgütsel nedenlerle açıklanamayacağını belirten Rahvancıoğlu, UBP-DP-YDP’nin tarihsel oy potansiyelinin bu kadar düşmesinin tek sebebinin son 5 yıldır maruz kalınan “sosyoekonomik zulüm” olduğunu ifade etti. Eğitim, sağlık, ulaşım ve barınmada yaşanan sorunlar, yolsuzluklar, sahte diplomalardan ilaç skandallarına uzanan olaylar, mafya, kara para ve kumar gibi unsurların ülkeyi bir “yağma düzenine” çevirdiğini söyledi. Hükümetin öğretmenlerle, doktorlarla kavga ettiğini, var olan düzeni bile “savaştan çıkmışçasına” talan ettiğini, bunun halkta müthiş bir tepki uyandıran konulardan biri olduğunu belirtti.

Rahvancıoğlu, bu konuların Cumhurbaşkanlığı’nın konusu olup olmadığı bile tartışılabilecekken, insanların Ersin Tatar’ın arkasında duran bu partilerin simgelediği düzene oy vermeyerek tepkilerini ortaya koyduklarını söyledi. Sağlık Bakanı ve Eğitim Bakanı’nın tavırlarının “Nazi Almanya’sında görev alabilecek bir performans” sergilediğini, nefret ve kinle davrandıklarını, sanki bu ülkede bir daha yürümeyeceklermiş gibi davrandıklarını, bunun halkta tam bir “iğrenme duygusu” yarattığını ve bu nedenle Ersin Tatar’ın hiç şansı olmadığını kaydetti.

Toplumun Öfkesinin Sandığa Yansımasının Yolu Öncesinde Sokakta Verilen Mücadelelerdir

Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası’nın direngen tavrının, toplumun umudunu diri tutması ve örgütlülük anlamında seçime yansıma bağlamında önemli bir vesile olduğunu düşündüğünü ifade eden Rahvancıoğlu, sokak hareketlerinin küçümsenmemesi gerektiğini, toplumun öfkesinin sandığa yansımasının yolunun öncesinde sokakta verilen mücadeleler olduğunu vurguladı. Kız çocuklarına başörtüsü taktırmaya çalışan gerici disiplin tüzüğüne karşı öğretmenlerin aylar süren direngen tutumuyla birlikte diğer emek örgütlerinin de bu 5 yıl içindeki tutumunun belirleyici olduğunu, ancak bu eylemlerin muhalefet partilerini sıkıştıran programatik bir yaklaşımı olması gerektiğini dile getirdi.

2020’de Yaşananları Temizleme Arzusu Vardı

Rahvancıoğlu, müdahalelerle ilgili tablonun tam olarak net olmadığını, ancak toplumun müdahalelere tepkisinin net olduğunu ve 2020’de yaşananları temizleme arzusunun bulunduğunu söyledi. Bir müdahalenin kaybettiğini söyleyebilmek için müdahalenin de net olması gerektiğini ifade etti. Türkiye’deki iktidar bloğunun topyekün bir müdahalede bulunmadığını, ancak “en gerici, en faşist, en yobaz, en mafyatik unsurların” evet müdahalede bulunduğunu, ancak bunun bloğun bir bütün olarak hareket ettiği anlamına gelmediğini belirtti. Türkiye’den hiçbir müdahale gelmiyor olsaydı bile, buranın bir kara para aklama, inşaat baronları ve yeraltı cenneti olmasını isteyen sermaye çevreleri ve ultra zenginlerin bulunduğunu da sözlerine ekledi.

CTP’nin “müdahalenin gelmesinin sebebi sizin ona yanıt veriyor olmanızdır” tezine sert eleştiriler getiren Rahvancıoğlu, bu söylemin “kocan seni dövüyor çünkü ona hayır diyorsun” diyen komşu söyleminden farklı duyulmadığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin halkın iradesine saygı duymamasının kabahatli olduğunu, yanıt verenlerin değil, bu tezin “içinde feministlerin de olduğu bir partide nasıl ifade edilebildiğini” anlamadığını söyledi. Bu tezin aynı zamanda 2013’te Erhürman’ın CTP’ye enjekte ettiği “Burada işgal değil vesayet vardır. Vesayet de buradaki yöneticiler bunu talep ediyor olduğu için vardır. Biz işimizi düzgün yaparsak Türkiye de bizim işimize karışmaz” söylemiyle çeliştiğini, CTP’nin yarın ne diyeceğini merak ettiğini dile getirdi.

Erhürman’ın Anlattığı Şey Federasyon Değil, İki Eşit Egemen Devletin Deniz Yetki Alanları, Güvenlik, Enerji ve Hidrokarbonlarla İlgili İşbirliği Sürecidir

Rahvancıoğlu, siyasetle seçimden seçime ilgilenen insanların bile CTP’nin her zaman kullandığı federasyon dilinin bu seçim Tufan Erhürman’ın ağzında olmadığını, çok az ve utangaçça söylendiğini fark ettiğini söyledi. Seçim broşüründe federasyonun akademik bir bilgi olarak geçtiğini, ancak “biz savunuyoruz” diye bir ifade bulunmadığını belirtti. Erhürman’ın anlattığı şeyin federasyon değil, iki eşit egemen devletin deniz yetki alanları, güvenlik, enerji ve hidrokarbonlarla ilgili işbirliği süreci olduğunu ifade etti. Kampanyanın merkezine konulan bu konuların dışında kalan her şeyin devletlerin kendi egemenlik alanında sayıldığını, Tufan Erhürman’ın kendisinin geriye kalan her şeyi diğer alana koyduğunu söyledi.

Kampanyada göze batan tek şeyin federasyon kelimesinin kullanılmıyor olması değil, “federasyon kavramının içinin boşaltılmış olması” olduğunu, bunun bir taktik mi yoksa federasyondan vazgeçiş süreci mi olduğu sorusunun ortaya çıktığını kaydetti.

CTP’nin Türkiye kökenli Kıbrıslı Türklerle ilgili bir açılım yaptığı söylemine katıldığını belirten Rahvancıoğlu, ancak kampanyanın bu insanları kendi kafasındaki “şablondaki” yere oturtup, “ata erkeği kutsayan” bir yerden yürüdüğünü savundu. Kampanyanın sadece çocuk istismarı değil, baba, eş ve aileyi, çekirdek aileyi kutsayan, baba figürünü yücelten bir yapıda olduğunu ve bunun sebebinin CTP’nin Türkiye kökenli Kıbrıslı Türkleri daha muhafazakar algılayan yanlış bir yerden kampanya organize etmesi olduğunu, bunun herkesi muhafazakarlaştıracağını ve çok yanlış olduğunu dile getirdi.

Her İki Adayın da, Özellikle de Seçilen Adayın Seçim ve Kampanya Bütçesinin Detaylı Kırılımının Açıklanmasını Bekliyoruz

Son olarak, Rahvancıoğlu her iki adayın da, özellikle de seçilen adayın seçim ve kampanya bütçesinin detaylı kırılımının açıklanmasını beklediğini, harcanan paranın yüksek olması durumunda kampanya finansörlerinin ve paraların nereden alındığının da görülmek istendiğini söyledi. Her köşede billboardlar ve YouTube reklamları gibi oluk oluk para aktığını gördüğünü belirterek, parasal ilişkilerin demokratik süreçleri lekelemiş olduğu bu süreçte Tufan Erhürman’ın harcanan parayı bilgi olarak esirgemeyeceğine inandığını ifade etti.

Özkızan: İki Devletli Çözüm Modeli Adı Altında Statükonun Devamını Öngören Yaklaşımda Meşruiyet Kaybına Uğradı

Bağımsızlık Yolu Omorfo Bölge Sorumlusu Celal Özkızan, seçimin tartışma götürmeyecek bir şekilde kaybedeninin Ersin Tatar olduğunu ve çok ciddi bir farkla kaybettiğini belirtti. Tatar’ın Girne, İskele, Lefkoşa, Omorfo ve Lefke dahil olmak üzere herhangi bir yerde kazanamadığını vurguladı. Tatar’ın kaybetmesinin, iki devletli çözüm modeli adı altında statükonun devamını öngören yaklaşımın da meşruiyet kaybına uğramasına neden olduğunu ifade etti.

Buradaki iki devletlilik yaklaşımının, dünyanın başka yerlerindeki bağımsızlıkçı hareketlerden farklı olduğuna dikkat çeken Özkızan, bunun sürdürülemez olduğunu kendilerinin de bildiği bir durumu avantaja çeviren ve sermaye birikimine dönüştüren bir “kılıf” olduğunu söyledi. Rauf Denktaş ve Derviş Eroğlu’nun dahi kağıt üzerinde federasyonu görüşmeye devam etmelerinin, samimi bir bağımsızlıkçılık talebi olmadığının farkında olmalarından kaynaklandığını dile getirdi. Ersin Tatar’ın “çok iyi niyetle oyunu bozduğunu” ve resmi tez olarak iki devletliliği savunarak, Denktaş ve Eroğlu’nun neden federal belgelerin altına imza attığını acı bir şekilde tecrübe ettiğini söyledi. Özkızan, yaşanan yıkımların, samimiyetle iki devlete inanan vatandaşlara bile, çözüm iradesi ortaya koymanın gerekliliğini gösteren bir mesaj verdiğini kaydetti. İki devletliliğin ve mevcut hükümetin kaybettiğini, Tatar’ın oyunun %35’e düşmesinin de tokadın bir kısmının hükümete atıldığını gösterdiğini belirtti.

Kıbrıs’ın kuzeyindeki durumun 2004’ten beri vur-kaç düzeni olarak tanımlandığını ve ultra zenginlerin, büyük sermayenin burayla “gönül eğlendirdiğini” dile getiren Özkızan, son 4-5 yılda ise vur-kaçın da vur-kaçının yaşandığını, orta ve kısa vadeli bile düşünülmeyen, “yarınlar yokmuş gibi” davranılan tamamen gündelik bir yağma düzeninin oluştuğunu söyledi. Dayatmaların da kaybettiğini, Bağımsızlık Yolu olarak seçimden önce dayatmalara yönelik bir tepkinin de Ersin Tatar’a duyulan öfkede çok ciddi bir unsur olduğunu belirttiklerini hatırlattı.

Kıbrıs’ın Kuzeyinde “Türkiye’den Gelen Müdahaleler Olmasaydı Cennette Yaşayacaktık” Gibi Yanlış Bir Algı da Var

Bir halkın iradesine yapılan dışarıdan müdahalelere karşı durulması gerektiği ilkesini savunan Özkızan, ancak Kıbrıs’ın kuzeyinde “Türkiye’den gelen müdahaleler olmasaydı cennette yaşayacaktık” gibi yanlış bir algının bulunduğunu ifade etti. Oysa ki eğitim, sağlık, toplu taşıma, demografik yapı, çalışma koşulları ve doğa talanı gibi pek çok meselede Türkiye’den bir müdahale olmasaydı dahi, Kıbrıslı Türklerin şikayet ettiği sorunların, nesiller boyu Kıbrıs’ta yaşayan ultra zenginler ve büyük sermaye gibi belli başlı çıkar grupları tarafından dayatılmaya devam edeceğini söyledi. Özelleştirme politikalarından kıyı talanına, eğitimin ve sağlığın piyasalaştırılmasından ucuz işçi ithaline kadar pek çok sorunun sanki sadece Türkiye varmış da Türkiye olmasaymış yaşanmayacakmış gibi algılanmasının yanlış olduğunu dile getirdi.

Rauf Denktaş’ın dahi Türkiye’nin iktidar odaklarına, hükümetlerine karşı en net duruşu koymuş, “kutuplaşmaktan çekinmemiş” bir siyasi figür olduğunu hatırlatan Özkızan, bir siyasal iddiası olanların, bunun altını oymaya çalışanlara karşı inisiyatif koyması gerektiğini, bunun adına “vesayet karşıtlığı” ya da “bağımsızlıkçı ruh” denilebileceğini söyledi. Denktaş’ın dahi “aman anavatanımızı üzer miyim” diye dert etmediği bir duruşun, bazı kesimleri ürkütmesinin sorgulanması gerektiğini belirtti.

Özkızan, bir yandan “azınlık kaldık” deyip bir yandan da seçim sonuçlarını “Kıbrıslı Türklerin iradesi” diye kutlayan pek çok Kıbrıs Milliyetçisi gördüklerini, bunun sonuçlar üzerinden sebep okuyan, bahaneler üreten bir süreç olduğunu söyledi.

Tufan Erhürman’ın seçim süreci boyunca sadece güvenlik, enerji ve uluslararası ticaret konularıyla bağlı kalmak şartıyla bir ortaklaşma önerdiğini, bunun dışındaki her konuda yetkinin egemen devletlerde olacağını söylediğini belirten Özkızan, bu yaklaşımın aslında bir “iki devletli çözüm modeli” olduğunu, Avrupa Birliği içindeki iki ülkenin ortaklığını andırdığını ifade etti. Ancak aynı kampanyada Erhürman’ın Ersin Tatar’ın AB içinde iki eşit egemen devlet iddiasının gerçek dışı olduğunu anlattığını, ortada bir muğlaklık olduğunu kaydetti.

Federasyon, Kıbrıslı Türkler İçin Sadece Bir Çözüm Modeli Değil, Aynı Zamanda Bu Adada Onurlu Bir Şekilde Var Olmanın Anahtarı, Varoluşsal Bir Politikadır

Federasyonun, Kıbrıslı Türkler için sadece bir çözüm modeli değil, aynı zamanda bu adada onurlu bir şekilde var olmanın anahtarı, varoluşsal bir politika olduğunu vurgulayan Özkızan, Mustafa Akıncı’nın “Ne Rum’a azınlık ne Türkiye’ye yama” iddiasının Kıbrıslı Türk varoluşunun “kutup yıldızı” olduğunu belirtti. Türk milliyetçilerinin Rum’a azınlık olmamayı hatırlarken, Türkiye’ye vilayet olma sorusuna gönül rahatlığıyla cevap veremediğini; Kıbrıs Milliyetçilerinin ise Türkiye’nin boyunduruğuna girmeyeceğiz derken, Rum’a azınlık anlamına gelebilecek olan Kıbrıs Cumhuriyeti egemenlerinin şovenizmine boyun eğdiğini, neredeyse kendilerini sevdirmek için Türkiye Cumhuriyeti yerine Kıbrıs Cumhuriyeti söylemini kullandığını savundu.

Tufan Erhürman’ın seçim kampanyası döneminde Mustafa Akıncı’nın izlediği yoldan saptığını, Akıncı’nın nereden gelirse gelsin müdahalelere karşı eşit mesafe koyduğunu, oysa Erhürman’ın “Türkiye ile kavga etmeyeceğim” derken Hristodulidis’e meydanlarda kükremesinin, Ersin Tatar’ın yaklaşımından bile daha az samimi bir kutuplaştırıcı yaklaşım olduğunu dile getirdi. Tatar’ın en azından Türkiye’nin alt yönetimi olmaktan gurur duyduğunu açıkça beyan ettiğini hatırlattı.

Erhan Arıklı’nın federasyonu müzakere ettiğimiz için kktc’yi ciddiye almıyorlar teziyle, Türkiye’den gelen ilhak söylemlerinin birbiriyle çeliştiğini ve Türk milliyetçilerinin sahasında cevaplanması gereken bir soru olduğunu belirten Özkızan, “Türk milliyetçileri de bir karar versinler,” diyerek bu ironik durumu eleştirdi.

Özkızan, Tatar’a yönelik öfkeye vesile olan sorunların hala durduğunu, Tufan Erhürman’ın bu sorunları ciddi şekilde dönüştüreceğine inananlara “kolay gelsin” dediklerini söyledi. Başarırsa destekleyeceklerini, başaramıyorsa da karamsarlık yerine mücadele yönüne doğru enerjilerini kanalize edeceklerini, bu nedenle iyimserlik ama “temkinli bir iyimserlik” ile bekleyeceklerini ifade etti.