
Bağımsızlık Yolu olarak, İskele Polis Müdürlüğü’nün 19 Temmuz’da başlattığı soruşturma kapsamında tutuklanan 5 Kıbrıslı Elen ve avukatları Murat Metin Hakkı’ya yönelik işlemleri büyük bir kaygıyla takip etmekteyiz. Polisin daha evvel vurguladığımız gibi “sanıktan delile” giden faşizan yaklaşımı her geçen gün dozunu artırmakta, temel hukuki prensipler kabul edilemez biçimde ayaklar altına alınmaktadır. Yaşananlar, sadece söz konusu bireylerin değil, adanın kuzeyinde ikamet etmekte olan herkesin hukuki güvenliğini tehdit eden sistematik bir sorun olarak karşımızdadır.
Avukatlar suç işleyemez diye bir kaide yoktur fakat daimi ikameti, iş yeri ve mesleği dolayısıyla mahkemede hazır bulunan bir kişinin derdest edilerek mahkemeye getirilmesi temel hukuki normlara aykırıdır. Bu uygulama, yalnızca bireysel bir hak ihlali değil, aynı zamanda devletin hukuki prosedürlerinin keyfi şekilde kullanılabileceğinin göstergesidir. Kaçma veya zarar verme ihtimali olmayan bir kişinin kelepçeli getirilmesi, orantısız ve yasadışı bir tedbirdir. Murat Metin Hakkı’nın avukatlık ofisinin aranması, yalnızca 5 Kıbrıslı Elen müvekkilinin değil, tüm müvekkillerinin haklarını ciddi şekilde tehlikeye atmıştır. Ofisinde bilgisi bulunan tüm müvekkillerinin mahremiyetinin ihlaline yol açan bu uygulama, ayrıca avukatların saklamakla yükümlü olduğu, mesleklerinden dolayı edindikleri sırlarını ifşa edici olması bakımından da çok sakıncalıdır. Avukat-müvekkil gizliliği, meslek etiğinin de ayrılmaz bir parçasıdır. AİHM kararları da, avukat ofislerine yapılan aramaların, adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilebileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu süreç, meslekten doğan sırların ve müvekkil bilgilerini koruma yükümlülüğünün ihlali anlamına gelmektedir.
Tutuklama ve arama taleplerine ilişkin polis taleplerinin kolayca kabul edilmesi, mahkemelerin hassasiyetle değerlendirmesi gereken bir konudur. Mahkeme kararlarının, polisin keyfi uygulamalarına alet edilmesi, hukuki güvenliği ciddi biçimde zayıflatmaktadır. Genel olarak ceza yargısında emare olarak alınan cihazların tahkikat maksatlarını aşan şekilde incelenmesi, özel hayatın gizliliği, haberleşme gizliliği gibi Anayasa tarafından korunan temel hakları yasal dayanağı gösterilmeyen gerekçelerle polisin sonuca ulaşması için ihlal ettiğini bize göstermektedir. Polisin emare edilen cihazları ve/veya belgeleri ve/veya verileri incelerken tahkikat konusu ile bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olması hayati bir önemdedir. Bu süreçte polisin keyfi tutumu göz önünde bulundurularak, mahkemelerin arama ve tutuklama emirlerine daha ihtiyatlı yaklaşması gerekmektedir.
Soruşturmanın başından itibaren, çağdaş ceza hukuku ilkesi olan “delilden sanığa gitme” anlayışı çiğnenmiş; polis, kendi inancı doğrultusunda sanıkları suçlu kabul ederek delil toplamaya yönelmiştir. 5 Kıbrıslı Elen’in yargılanması sürecinde delil bulamadığı halde polisin delil bulmak için 3 ay kadar uzun bir süre tutukluluk talep etmiş olması, site sakinlerine şikayetçi olmaları yönünde polis tarafından yapılan telkinler bunun en bariz örneğidir. Bu, temel hukuki prensiplere aykırı faşizan bir tutumdur ve avukat Murat Metin Hakkı’nın tutuklanması sürecinde de devam etmiştir. Polis, mahkemenin yerine geçerek kimin suçlu olduğuna karar vermiş ve bu doğrultuda delil aramaya başlamıştır. Kimi medya organlarında ise yalan ve yanlış bilgilerin dolaşıma girmesi süreci adeta bir cadı avına dönüştürmektedir.
Polisin keyfi tutumuyla ve siyasal bir misilleme olarak yürütülen süreç, Taşınmaz Mal Komisyonu’nun bağımsızlığını ve güvenilirliğini de gölgelemiştir. Başvurucu ve avukatlarına yönelik cezai kovuşturma, Komisyonun tanınmasına ve işlevine konulan bir dinamittir. Böylesi güvensiz bir iklimde, bir yandan Kıbrıslı Elenler’in komisyona başvurmaktan geri duracağı, diğer yandan avukatların da bu davaları üstlenmekten güvenlik sebebiyle imtina edecekleri aşikardır. İki devletçiler tarafından mülkiyet sorununun çözümü için yegane adres olarak gösterilen bu komisyonun fiiliyatta çalışamaz hale gelmesi, taraflar arasındaki güvensizliği daha da derinleştirmekte, nihai olarak çözümsüzlük sarmalını beslemektedir.
Polisin keyfi uygulamaları, kktc vatandaşı olmayanlara hükümsüz tutukluluk ve sanıktan delile giden tahkikat yöntemleri, sistematik bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu ihlallere karşı örgütlü, sınıf temelli ve kararlı bir duruş geliştirmek zorunludur. Bağımsızlık Yolu olarak müvekkilleri yargılanan bir avukatın derdest edilerek müvekkilleri aleyhine bilgisine başvurulması, avukatlık ofisinin aranması ve mahkemeye elleri kelepçeli olarak getirilmesini kınıyoruz. Avukat-müvekkil gizliliğinin korunması, adil yargılanma hakkının teminatı olarak derhal sağlanmalıdır. Polisin, sanıktan delile giden faşizan tahkikat yöntemine son verilmelidir. Hukuki güvenliğin sağlanması ve sistematik ihlallerin önüne geçilmesi için bağımsız denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır. Bu bağlamda, polisin sivile bağlanması talebinin, bağımsız denetim mekanizmalarıyla iç içe geçmiş kurumsal bir çerçeve içerisinde ele alınması gerektiğini ısrarla vurguluyoruz. Polisin sivile bağlanması talebi, mevcut güvenlik ve adalet süreçlerinde tarafsızlık, hesap verebilirlik ve insan haklarının korunmasına dönük bir güvenlik ağı kurulması yolunda önemli bir adım olacaktır. Hukuki güvenliğimizi sağlamak, adil yargılanma hakkını savunmak ve vatandaş ya da değil, tüm emekçilerin haklarını güvence altına almak için dayanışmayı yükseltmeye çağırıyoruz.
Emekçinin Partisi
Bağımsızlık Yolu