İktidar Stratejisi Olarak Muhalefete Talip Olmak – Umut Ersoy

Umut Ersoy

Özne Sayı 4

Sonbahar 2024

Giriş

Tarih tekrar tekrar göstermiştir ki zamanı ve coğrafyayı aşan evrensel bir devrim reçetesi yoktur. Devrimciler ideolojik politik çizgilerini belirlerken kendilerinden önce gelenlerin devrimci mirasını ve değerlerini sahiplenmeyi bildikleri gibi, içinde bulundukları nesnel koşulların ve kendi coğrafyalarının özgül şartlarına göre hedefler belirlemek, devrim ve iktidar stratejilerini günün gerçeklerine ve çelişkilerine basarak kurmak durumundadırlar. “Devrimci siyaset, eskinin tükendiği anlarda yeniyi yaratmanın tek olası yöntemidir” (BY Bildirge) diyerek, yeni bir yol açmak için kolları sıvayan Bağımsızlık Yolu, dünyada ve Kıbrıs’ta emperyalist-kapitalist sömürü ilişkilerinin sonlandırılması, ataerkil tahakkümün ortadan kaldırılması, doğanın talanına son verilmesi ve yepyeni bir toplumsal düzeninin inşa edilmesi hedefiyle yürüyüşüne geçmiştir. Bu nihai hedeflerin gerçekleşmesinin koşulunun ise işçi sınıfının öncülüğünde gerçekleşecek bir siyasal, sosyal, ekonomik devrim olduğunun bilincindedir. Nihai hedeflerini bir an bile gözden kaçırmadan, o büyük kurtuluşa giden yolda, Kıbrıs’ın kuzeyi için çizdiği mücadele stratejisi ise hükümete değil, muhalefete talip olmaktan geçer. Bağımsızlık Yolu’nun parti programı olan muhalefet programı bu yaklaşımın ışığında oluşturulmuştur. Bir mücadele programı olarak da adlandırılabilecek muhalefet programı, çalışma yaşamından sosyal hizmetlere, ekonomiden tarım ve hayvancılığa, ekolojiden ulaşım ve haberleşmeye, kadın özgürleşmesinden enerjiye, laiklikten sağlık ve eğitime, kültür, sanat ve spordan Kıbrıs sorununa kadar geniş bir yelpazede somut mücadele talepleri ile örülmüştür. Rejimin somut tahlilinden doğan ve her biri birbiriyle sıkı sıkıya bağlı ve bütüncül olan mücadele talepleri, Bağımsızlık Yolu’nun “hükümete değil, muhalefete talibiz” yaklaşımının ürünüdür.

Ekososyalist feminist bir emekçi partisi olan Bağımsızlık Yolu’nun hükümet olmayı kendine bir hedef olarak belirlememesinin sebebi iktidar olmayı reddetmesi değil, bilakis hükümete gelmenin iktidar olmak anlamına gelmemesidir. “Tam da bu sebeple, Bağımsızlık Yolu, hükümete değil muhalefete taliptir çünkü gerçek bir iktidar mücadelesi, önce gerçek bir muhalefet oluşturmaktan geçmektedir.” (BY Muhalefet Programı). Rejim hükümetlerine değil, bir bütün olarak rejime karşı mücadele yürütmek; gerçek iktidar odaklarına karşı halkın söz, yetki, karar ve iktidar mücadelesini örebilmek, emekçileri ablukaya alan neoliberal hegemonyaya muhalif bir karşı-hegemonya oluşturabilmek, yöneten-yönetilen ilişkisine hapsolmuş emekçi halkın, kendi karar alma mekanizmalarını kurabilmesini ve özne olabilmesini sağlamanın yolu önce gerçek bir muhalefet oluşturmaktan geçer. Kıbrıs’ın kuzeyi gibi son derece kendine özgü koşulları olan bir coğrafyada, bir siyasal partinin salt hükümete gelerek iktidar olacağı ve toplumsal değişime yol açabileceği sanrısına ise ancak rejim partileri kapılabilir. Devrimcilerin ne kendilerini kandırma gibi bir lüksü ne de kitleleri yanıltma gibi bir hata yapma hakkı vardır. Bağımsızlık Yolu her nerede olursa olsun; ister sokakta ister iş yerinde, ister mahkemede ister parlamentoda, ister hükümette, bizzat rejiminin kendisine, iktidar yapısının bütününe karşı ve rejimden zarar görenlerle birlikte yürütülecek direnişe, ideolojik politik çizgisi net bir programa yaslanan muhalefete taliptir.

İktidar, Devlet, Hükümet

Bağımsızlık Yolu’nun bu yaklaşımının dayandığı somut temelleri açıklamaya geçmeden önce, iktidar-devlet-hükümet kavramlarına teorik bir arka plan oluşturmak gerekiyor. Çokça tartışılan ve farklı farklı tanımlamaları yapılan bu kavramları bütün boyutlarıyla analiz etmek bu yazının sınırlarını aşacağından dolayı kısa bir özet geçmeye çalışacağım. Türkçe’ye Arapça’dan giren iktidar sözcüğü “kudretli olma, gücü yeter olma” anlamına gelir. Bugün geniş kitlelerin zihninde kabul gören haliyle siyasal iktidar; devlet yönetimini elinde bulunduranların, bir toplumu yönetenlerin siyasi, hukuki ve fiili gücüdür. Burjuva demokrasilerinde seçimle belirlenen hükümetlerin, halktan yönetme yetkisini aldıkları ve toplum adına kararlar üretip, bu kararları devletin fonksiyonlarını kullanarak hayata geçirme gücüne sahip oldukları; yani iktidar oldukları iddia edilir. Bu iddia aynı zamanda toplumun bütününü temsil eden, tikel çıkarlardan uzak, toplumsal sınıflara eşit mesafede duran bir devlet tasarımı üzerine kuruludur ve iktidarı sınıflar arasında sürmekte olan mücadelelerden soyutlayarak kurumlara teslim eder.

Oysa Karl Marx ve Friedrich Engels’in Komünist Manifesto’da belirttiği gibi “bugüne kadarki bütün toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir” ve “her sınıf mücadelesi siyasi mücadeledir” (Marx, Engels: 2013.) Siyasal iktidar da sınıf mücadelelerinin kendi özgüllüğünün bir sonucu olarak, bir sınıfın egemenliğinin diğer bir sınıfa boyun eğdirmesi biçimiyle hayat bulur. Devlet toplumsal yaşamda başvurulan bir örgütlenme biçimidir ve zor kullanma tekelini elinde bulunduran iktidar gücüdür/aracıdır. Bu örgütlenme biçimi toplumun üretim ilişkileri üzerinde yükselir ve iktisadi altyapının belirleyiciliğinde kendine hukuki, siyasi, entelektüel bir ifade bulur (Marx, 1979: 25). Devlet karşıt ekonomik çıkarları olan toplumsal sınıfların çatışmasını hafifletmek ve “düzen” sınırları içinde tutma ihtiyacının ürünüdür. “Nerede sınıflar arasındaki çelişmelerin uzlaşması nesnel olarak olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar. Ve tersine; devletin varlığı da sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olduğunu kanıtlar” (Lenin, 2013:13)

Devlet tüm toplumu temsil etme iddiasıyla, dengeleyici güç olarak tüm sınıflara eşit mesafede tarafsız görünümle kendine meşruiyet kazanmaya çalışsa da son tahlilde egemen sınıf lehine konumlanır ve hâkim sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir aygıt olur. Devlet egemen sınıfın devletidir. Egemen sınıfın hegemonyasını pekiştirir, yoğunlaştırır, yeniden üretilmesini sağlar. Boyun eğdirilen sınıfın zor araçlarıyla baskı ve kontrol altına alınması için işlev gördüğü gibi rejime rıza üretilmesi ve ideolojik hegemonyanın sürdürülmesi için de faaliyet gösterir. Kapitalist devlette egemen sınıflar bizzat devletin görevlerini üstlenmezler. Ellerinde bulundurdukları en etkili ve belirleyici güç olan iktisadi güce yaslanarak, yürütme ve yargının uhdesindeki gücü kendilerine tabi kılarlar. Hükümetler ise egemen sınıfın temsilcileri olarak görev yapan birer komiteden ibaret olurlar. Bir burjuva diktatörlüğü olarak hayat bulan kapitalist devlet iktidarı, sınıf mücadelesinin özgüllüğünün bir sonucu olarak oluşur. Fakat sınıf mücadelesi durağan değildir, her gün yeniden üretilirken işçiler de sınıftan sınıfa yönelen saldırıya, yine sınıftan sınıfa yanıt vermeye devam edecekler, çıkarları için örgütleneceklerdir. Karl Marx’a göre “işçi sınıfının siyasi hareketinin nihai amacı siyasi iktidarın alınması olacaktır ve elbette ki, bunun için daha önceden belli bir gelişim düzeyine ulaşmış, bizzat iktisadi savaşımlarda oluşmuş ve büyümüş bir işçi sınıfı örgütü gerekir.” (Marx, 1975: 174). Toplumsal sınıflar arasındaki uzlaşmaz çıkarlar, bütün çelişkileriyle sınıf mücadelesi içinde en yüksek ifadesini bulana kadar devrimin yolunu döşer. Büyük altüst oluşların içinden geçerek işçi sınıfının siyasal iktidarı almasıyla sınıf mücadeleleri son bulmuş olmaz sadece aşama değiştirmiş olur. Burjuva kapitalist devlet ortadan kalkar fakat devlet iktidarı bir anda yok olmaz. Yine sınıf mücadelesinin özgül koşullarının sonucu olarak; mevcut devletin işçi sınıfının kurtuluşunda araçsallaştırılıp, parçalanıp yeniden inşa edilen proletarya diktatörlüğü de bir devlet iktidarıdır. Ve proletarya amaçlarını gerçekleştirebilmek için-bu amaçların en başında kendini bir sınıf olarak ortadan kaldırmak vardır- kaçınılmaz olarak burjuvaziyi baskı altına alacaktır. Mesela sermaye sınıfının biriciği, dokunulmaz değeri, uğruna çiğneyip geçmeyeceği insanlık onuru bulunmayan özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gibi. Sınıf çelişkileri, sırf işçi sınıfı iktidarı aldı diye bir anda yok olup gitmez. Sınıfsız, sınırsız ve devletsiz bir toplumsal düzen bir çırpıda kurulamaz. Lenin’in belirttiği gibi “insanlık sınıfların kaldırılmasına yalnızca ezilen sınıfın diktatörlüğünde cisimleşen bir geçiş dönemiyle varabilir.”

Devletin sönümlenmesini ise Engels şöyle izah eder: “Sınıf karşıtlıkları içinde hareket eden bugüne kadarki toplum, devlete, yani her bir dönemin sömürücü sınıfının, üretiminin dış koşullarını korumaya yönelik, dolayısıyla da, özellikle, sömürülen sınıfı zor yoluyla mevcut üretim tarzına karşılık gelen baskı koşulları (kölelik, serflik ya da bağımlılık, ücretli çalışma) altında tutmaya yönelik bir örgütüne gereksinim duyuyordu. Devlet, tüm toplumun resmi temsilcisi, onun gözle görünür bir kurumdaki özetiydi; ama bu özellikleri, sadece, kendi döneminde tüm toplumu temsil eden sınıfın devleti olması ölçüsünde taşıyordu: Eski Çağ’da köle sahibi yurttaşların, Orta Çağ’da feodal soyluluğun, çağımızda burjuvazinin devleti. Sonunda gerçekten de tüm toplumun temsilcisi olduğunda, kendi kendini gereksiz kılar. Baskı altında tutulacak hiçbir toplumsal sınıfın kalmadığı andan itibaren, sınıf egemenliğiyle ve bugüne kadarki üretim anarşisine dayanan bireysel varoluş mücadelesiyle birlikte bunlardan kaynaklanan çatışma ve aşırılıklar da ortadan kaldırılır kaldırılmaz, baskı altına alınacak ve öncesinde özel bir baskı gücünü, bir devleti gerekli kılmış olan hiçbir şey kalmaz. Devletin gerçekten de tüm toplumun temsilcisi olarak sahneye çıkmasını sağlayan ilk eylem, yani üretim araçlarına toplum adına el koyulması, aynı zamanda, onun devlet olarak son bağımsız eylemidir. Bir devlet iktidarının toplumsal ilişkilere müdahalesi art arda tüm alanlarda gereksizleşir ve böylece kendiliğinden yok olur. Kişilerin yönetilmesinin yerini şeylerin idare edilmesi ve üretim süreçlerinin yönetilmesi alır. Devlet ‘ilga’ edilmez, yok olup gider.” (Engels, 2020: 97).

Bağımsızlık Yolu’nun İktidar Stratejisi

Söz konusu kavramlara teorik olarak kısaca değindikten sonra, Bağımsızlık Yolu’nun bir iktidar stratejisi olarak, ayağını bastığı koşulların somut tahliliyle ürettiği “hükümete değil, muhalefete talibiz” yaklaşımının dayanaklarını açıklayabiliriz. Rejim partileri, Bağımsızlık Yolu’nun “Hükümete değil, muhalefete talibiz” yaklaşımını iktidarı reddetmek, yönetme sorumluluğundan kaçmak, muhalefette kalarak hükümetin uygulamalarına yönelik söyleme dayalı bir eleştiriyle yetinmek şeklinde çarpıtmaya çalışırlar. Çünkü zihinlerinde hükümete gelmeyi iktidar olmak olarak cisimleştirmişlerdir. Oysa Kıbrıs’ın kuzeyinde iktidarın hükümet olmadığı, egemenliğin hükümette yoğunlaşmadığı gerçeği bütün berraklığı ile gözümün önünde durmaktadır. Kıbrıs’ın kuzeyinde iktidarın çeşitli alanlarda, özellikle işyerlerinde sermaye sahipleri ve patronlar tarafından kullanıldığı bir yapı mevcuttur. Özel sektördeki işyerlerinde özlük haklarından günlük çalışma süreçlerine kadar patronların mutlak iktidarı söz konusudur. Türkiye’deki hükümetler, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik kararların şekillendirilmesinde önemli bir güce sahiptir. Ankara’dan dayatılan çeşitli protokollerin ve yasaların gelip geçen bütün ‘hükümetler’ dönemlerinde hayat bulması buna en büyük örnektir. Dış ticari yapımız, büyük tüccarların boyunduruğunda, onların çıkarları çerçevesinde şekillenmektedir. Bankacılık sistemi, tasarruflarımız ve finansman ihtiyacımız ultra zenginlerin, banka sahiplerinin ve tefecilerin kontrolü altındadır. Toplumsal düzenimizin temel yapı taşlarından biri olan enerji politikalarının belirleyicisi AKSA’dır. Barınma hakkını, kent hakkını, çevre hakkını doğrudan etkileyen konut ve inşaat gibi yaşamsal ihtiyaçlar, inşaat sermayesinin, emlak baronlarının kontrolü altındadır. Sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçlar, özel okul ve hastane sahiplerinin güçlü çıkar yapılarının boyunduruğu altındadır. Hayatımızın gündelik bir parçası olan ulaşım, iki akaryakıt ithalatçısı şirketin, büyük araba ithalatçılarının, sigorta şirketlerinin, özel taşımacıların ve yedek parça ithalatçılarının çıkarları doğrultusunda şekillenmektedir. Havayoluyla ulaşım söz konusu olduğunda ise, havayolu şirketlerinin ve Ercan Havalimanı’nın sahibi T&T şirketin sözü geçer. Tarımsal üretimimiz aracıların, imalat sektörü ise toplumsal ihtiyaçları ve kalkınmayı dikkate almayan sadece kârını artırmaya bakan özel çıkarların boyunduruğu altındadır. Sahillerimize ve denizlerimize otel ve kumarhane sermayesinin iktidarı tarafından el konulmuş durumdadır. Dağlarımız, verimli tarımsal arazilerimiz ve bir bütün olarak ekolojik yapımız kâr hırsıyla talan edilmektedir. Demografik yapımız ise ucuz iş gücü sömürüsünün ihtiyaçlarına göre patronlar tarafından şekillendirilmekte, sermayenin açgözlülüğü meseleyi yabancı işçilerin pasaportlarına el konularak esir hayatı yaşamaya mahkûm edildikleri köle kampları kurmaya kadar varmaktadır. Gece kulüpleri ise yine pasaportlara el konularak yapılan insan ticaretinin bir başka alanıdır.

Asker, polis, sivil savunma, itfaiye ve genel olarak kolluk kuvvetleri, Türkiye devletinin doğrudan kontrolü altındadır. Bütçe, maliye, istihdam, sosyal güvenlik ve sosyal refah politikalarımız, neoliberal ideolojiyi benimsemiş sermaye odaklarının yoğun baskısı altında şekillenmektedir. Düşünce ve fikir dünyamızı doğrudan etkileyip şekillendiren medya, egemen sınıfın çıkarlarını savunan kesimlerin boyunduruğundadır. Öte yandan Kıbrıs adasının ve halklarının bölünmüşlüğü devam ettikçe, emperyalizmin sürekli hakimiyet politikası Kıbrıslı Türklerin kendi iradeleriyle kendi kaderlerini belirlemesi, kendi doğrularını bulup, kendi yanlışlarının sorumluluğunu alması önünde çok ciddi bir engel olmaya devam etmektedir. İktidar odaklarının toplumsal yaşamın her alanına nüfuz ettiği bir ortamda, gündelik hayatın her alanına sızmış böylesi bir iktidar yapısı mevcutken, yalnızca yasama ve yürütme organlarında güç elde etmeye yönelik bir strateji başarısızlığa mahkûmdur. Bu kapsamlı iktidar yapısı varlığını sürdürdüğü sürece, sadece hükümete gelmeyi hedefleyen bir siyasi yaklaşım, bu yapıyı değiştirmektense onun tarafından şekillendirilmeye ve yozlaştırılmaya mahkûmdur. Halkın diline pelesenk olmuş “biri gider öbürü gelir, hepsi aynı” sözü böylesi bir sonucun ifadesidir. Sadece hükümete gelmek bir siyasal partiyi iktidar yapmaz. Gelmiş geçmiş siyasi partilerin ve hükümetlerin yarattığı hayal kırıklıkları ve yozlaşmalarının asıl sebebi, sadece beceriksizlik, bencillik veya kötücüllük değil, mevcut iktidar yapısının tamamına karşı bir mücadele stratejisi geliştirmeden, sadece hükümete gelmeyi önlerine koyuyor olmalarıdır. Toplumsal dönüşümü hedefleyen fakat bunun için sadece hükümet olmayı önüne hedef koyan iyi niyetli ve samimi özneler dahi, hükümete gelebilmek veya hükümette kalmayı sürdürebilmek için, bu iktidar yapısına karşı her türlü tavizi vermek zorunda kalacak ve kaçınılmaz olarak yozlaşacaklardır.

Bu nedenle Bağımsızlık Yolu, hükümete değil, muhalefete talip olarak, mevcut iktidar yapısına bütünsel bir şekilde karşı durmayı, bu yapıyı toplumsal dönüşüme uğratmayı ve her alanda karşı örgütlenmeyi amaçlar. Mevcut iktidar yapısından zarar gören kesimleri böylesi bir muhalefet mücadelesine dahil etmeyi önüne bir görev olarak koyar. Çünkü Kıbrıs’ın kuzeyinde bir hükümet boşluğu değil, muhalefet boşluğu vardır. Bağımsızlık Yolu, meclisi ve yürütmeyi iktidar mücadelesinin sadece bir parçası olarak görür ve mücadelesini yalnızca meclise girmek veya hükümete gelmek üzerine kurmaz. İktidar yapısı egemen kaldığı sürece, muhalefet ihtiyacı devam edecektir. Bağımsızlık Yolu, muhalefeti sadece seçim ve parlamento merkezli bir anlayışla değil, ülkedeki iktidar yapısının bulunduğu her alanda mücadele olarak ele alır. Bu nedenle Bağımsızlık Yolu, “seçmen” değil “yoldaş” arar, “oy” değil “mücadele arkadaşları” ister, “yönetme yetkisi” değil “direniş” talep eder. Ülkedeki iktidar yapısına karşı gerekli olan muhalefete talip olduğunu ilan eder ve bu yapının egemenliği sürdüğü müddetçe kendisini bir “muhalefet partisi” olarak görür. Ele geçireceği her yetki ve gücü, bu iktidar yapısına karşı mücadele ve muhalefet etmek için, mevcut iktidar yapısından zarar gören her kesimle birlikte direnmek için kullanır. Bu sebeple Bağımsızlık Yolu, her alanda muhalefete talip olarak, sokakta, mecliste, hükümette ve işyerlerinde mücadele etmeyi hedefler.

Bağımsızlık Yolu, stratejisini gündelik hayatın içinden doğan, somut taleplerle örülmüş ve bütüncül bir muhalefet programıyla hayata geçirmeye koyulmuştur. Emekçi halk için meşru ama egemenlerin asla vermek istemeyecekleri tavizler olarak somutlaşan reform talepleri, rejimin çelişkilerinden üretilmiştir. “10 Kişi ve Üzeri İşçi Çalıştıran İşyerlerinde, Sendikasız İşçi Çalıştırmanın Yasaklanması”, “Asgari Ücretin En Düşük Kamu Maaşına Eşitlenmesi”, “Ultra Zenginlerden Servet Vergisi”, “AKSA’nın Kamulaştırılması”, “Her Bölgeye Şiddet Önleme Merkezleri ve Sığınma Evi”, “Taş Ocaklarının Kapatılması” bunlardan bazılarıdır. Bağımsızlık Yolu’nun her konuyla ilgili emekten yana söyleyecek sözü, üretilecek çözümü ve hayatın yer alanında ortaya konulacak eylemi vardır. Ancak Bağımsızlık Yolu çözüm önerileri için mücadele ederken asla “cekli-caklı” vaat dilini kullanmaz, mücadele dilini kullanır. Örneğin “Sendikasız İşçi Çalıştırmak Yasaklanacak”, “Asgari Ücret En Düşük Kamu Maaşına Eşitlenecek” demez. Talebin hayata geçirilmesini hükümet olmaya endekslemez, hükümet olmanın bu talepleri hayata geçirmeye yetecek bir güce kavuşmayı sağlayacağı sanrısına ne kendini kaptırır ne de böyle bir yanılgıya emekçi halkın düşmesine fırsat tanır. Aksine hükümete gelse bile, taleplerin gerçek iktidar odaklarına karşı, sorunun öznesi olanlar, yani bizzat emekçi halkın örgütlü gücü ile hayat bulabileceğini savunur. Bu gücün oluşması için mücadele eder. Bağımsızlık Yolu vaat değil mücadele sözü verir. Bağımsızlık Yolu uzlaşmaz çelişkilerin olduğu yerde, bu çelişkilerin bilince çıkmasını ve devrimci bir durumu beslemesini sağlayacak devrimci bir muhalefeti örgütler. Rejimi yıkmanın da iktidarı almanın da yolunun yeni olanın maddi koşullarını inşa etmekten geçtiğinin bilincindedir. Toplumsal dönüşümün gerçekleşmesi için önce mevcut üretim ilişkilerinin içinde yeni ilişkilerin filizlenmesi gerekir. Marx bu durumu şöyle izah eder: “İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.” (Marx,1979: 26)

Bağımsızlık Yolu’nun talip olduğu devrimci muhalefet toplumsal yapıyı dönüşüme uğratacak örgütlülüğü kurmayı amaçlar. Çünkü iktidarı alabilmek için bizzat gündelik yaşamın içinde güç kazanan, iktisadi savaşımlarla oluşmuş bir işçi sınıfı örgütüne ihtiyaç vardır. Bağımsızlık Yolu böyle bir öznenin hayatın her alanında oluşması için, eline geçirdiği ve onayladığı tüm araçlarla, sızılabilecek bütün çatlaklara sızarak, bir karşı hegemonya mücadelesine girişmiştir. Bu mücadelenin başarısı, yalnızca azınlık bir grubun bilinçli çabalarıyla değil, geniş kitlelerin bu dönüşüm sürecine aktif ve bilinçli katılımıyla mümkün olabilir. Çünkü Engels’in belirttiği gibi “Baskıların, bilinçsiz yığınların başındaki bilinçli azınlıkların gerçekleştirdiği devrimlerin dönemi kapandı. Toplumsal örgütlenmenin eksiksiz bir dönüşümü söz konusu olduğunda, yığınların buna doğrudan katılabilmesi; neyin hedeflendiğini, neyi canla başla savunacaklarını öncesinde kavramış olmaları zorunludur. Bunu bize son elli yılın tarihi öğretti.” (Engels, 2020: 34)

Sonuç

Bağımsızlık Yolu, Kıbrıslı Türklerin devrimci partisi olarak, pusulasını kitlelerin içinde yeşerip gelişecek devrimci iradenin oluşabilmesinin yolunu açacak devrimci bir muhalefeti inşa etmeye ayarlamıştır. Bu doğrultuda, toplumsal değişimin maddi koşullarını olgunlaştırmaya ve bu koşullara uygun örgütlü bir hareket inşa etmeye devam edecektir. Bağımsızlık Yolu toplumun bağrında filizlenecek devrimci iradeyi ateşli bir sabırla inşa etmek için stratejik bir planlama ve yaşamın tüm alanlarında sürekli bir mücadele gerekliliğinin bilinciyle hareket eder. Bu sebeple, Bağımsızlık Yolu’nun “hükümete değil, muhalefete talip olma” stratejisi, Kıbrıs’ın kuzeyindeki mevcut toplumsal yapının köklü bir eleştirisini yaparak, devrimci bir dönüşüm için özgün bir mücadele hattı çizmiştir. Dayanışma içinde büyüyen devrimci direnişin tohumlarını, toplumun gövdesine yerleştirmek için mevzilerini hep daha derine kazmaktadır. Kıbrıs devriminin sarp ve çetin yolunu bilinç ve örgütlülük ile açmaya, toplumsal değişim için gerekli olan maddi koşulların gelişmesi ve işçi sınıfının bu sürece bilinçli bir şekilde dahil edilmesi için çalışmaya devam edecektir. Bağımsızlık Yolu hem günümüzde yaşanan toplumsal sorunların çözümünde rehber olacak hem de geleceğin toplumunu şekillendirecek olan devrimci bir muhalefete taliptir.

Kaynakça

Bağımsızlık Yolu Bildirge

Bağımsızlık Yolu Muhalefet Programı

Engels, F. (2016) Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850’nin 1895 Tarihli Almanca Baskısına Giriş, Karl Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, Çev. Erkin Özalp, Yordam Kitap

Engels, F. (2020) Ütopyadan Bilime Sosyalizmin Gelişimi, Çev. Erkin Özalp, Yordam Kitap

Lenin, V. İ. (2013) Devlet ve İhtilal, 10.Baskı, Çev. Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yayınları

Marx, K. Engels, F. (2013) Komünist Manifesto, Çev. Nail Satlıgan, Yordam Kitap

Marx, K. (1975) Ücret, Fiyat ve Kar, Çev. Sevim Belli, Sol Yayınları

Marx, K. (1979) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, 4. Baskı, Çev. Sevim Belli, Sol Yayınları