Rahvancıoğlu: İnşaat Sermayesinden “Korku Salma” Siyaseti

Bağımsızlık Yolu Omorfo Bölge Sorumlusu Celal Özkızan, Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Umut Ersoy ve Bağımsızlık Yolu Mali Sekreteri Münür Rahvancıoğlu, Emeğin Gündemi programına katılarak “İnşaat Tutuklamaları, Mülkiyet Sorunu ve Sermaye” konu başlıklarını irdelediler.

Rahvancıoğlu: İnşaat Sermayesinden “Korku Salma” Siyaseti

Bağımsızlık Yolu Mali Sekreteri Münür Rahvancıoğlu, büyük inşaat ve emlak sermayesinin, gündemdeki tutuklamalar üzerinden sıradan insanlara “bu sadece benim derdim değil, senin de derdindir” mesajı vererek korku salma siyaseti yürüttüğünü belirtti. Rahvancıoğlu, tıpkı ultra zenginlere servet vergisi dendiğinde bakkalların öne çıkıp sermayeyi savunması gibi, şimdi de müteahhitlerin hakkını eşdeğerde oturanların savunmasını istediklerini ifade etti. “Savaş çıkar diyorlar, kapıları kapatalım diyorlar, diyorlar da diyorlar” sözleriyle eleştiride bulundu.

Rahvancıoğlu, bu korku salma siyasetinin diğer ayağının ise dar Kıbrıs milliyetçisi kesimlerden geldiğini söyledi. Bu kesimlerin, “74’ten sonra ballı hayat ne güzeldi ama işte bakın hukuk var, uluslararası hukuk var, mülkiyet var, gerçekler gelir sizi bulur” diyerek topluma parmak salladığını ifade etti. Her iki korku salma siyasetinin de amacının, insanları korkutup kendi siyasetlerine çağırmak olduğunu vurguladı.

Mevcut UBP Yönetimi Gelmiş Geçmiş En Rezil ve En Fikirsiz Yönetimlerden Bir Tanesi

Rahvancıoğlu, UBP içerisinde bir süreden beridir, özellikle de mevcut UBP yönetiminin gelmiş geçmiş en rezil ve en fikirsiz yönetimlerden bir tanesi olması nedeniyle, muhalif bir kıpırdanma olduğunu dile getirdi. Bu muhalif damarın, meseleyi salt kişisel eksende değil, fikirsel noktalara da taşıdığını belirtti. Rahvancıoğlu, görüşmemeyi bir siyaset biçimi olarak dayatan, hiçbir vizyonu ve öngörüsü olmayan, “çok sıkışırsak anavatan bizi kurtarır” gibi ezbere yaslanan anlayışa karşı sermaye içerisinde de bir tepkinin mevcut olduğunu ve UBP’deki muhalif damarın da bu tepkiye yaslandığını kaydetti.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nden Önce, Biz Kıbrıslı Türk Halkı, Kıbrıslı Türk Emekçiler, Hayatını Emeğiyle Kazanan İnsanlar Bu Emlakçıları, Müteahhitleri, Bu Büyük Sermayeyi Yargılamalı

Rahvancıoğlu, inşaat ve emlak sektörünün faaliyetlerini değerlendirirken, “biz Kıbrıs Cumhuriyeti’nden önce, biz Kıbrıslı Türk halkı, Kıbrıslı Türk emekçiler, hayatını emeğiyle kazanan insanlar bu emlakçıları, müteahhitleri, bu büyük sermayeyi yargılamalıyız” ifadelerini kullandı.  Rahvancıoğlu, bu yargılamanın sadece “Rum malına” ya da “Türk malına” yaptıklarından dolayı değil, esas itibarıyla doğaya, ekolojiye ve emeğe yaptıklarından dolayı olması gerektiğini savundu.

Rahvancıoğlu, bir malın Türk ya da Rum malı olmasının, derelerin doldurulmasını, kanalizasyonun denize akıtılmasını, tarım arazilerinin gasp edilmesini, ağaçların kesilmesini, dağların delinmesini meşrulaştırmayacağını ifade etti. Hangi uluslararası hukukun bunları meşrulaştırabileceğini sorgulayan Rahvancıoğlu, “eğer meşrulaştırıyorsa da bunu da kabul etmemeliyiz” diyerek, en başta doğaya ve ekolojiye yapılanlardan, sonra da emeğe yaptıklarından dolayı bunların yargılanması gerektiğini belirtti. Sigortasız çalıştırma, kayıt dışı istihdam, asgari ücretin altında maaş verme, sendikalaşmaya karşı çıkma gibi emek sömürüsü biçimlerinin kabul edilemez olduğunu vurguladı.

Üniversite ve inşaat sektörü birbiriyle paslaşarak hem nüfus ithalatı yapıyor, hem var olan toprakları yabancılara satıyor, hem de bunu doğa talanı ve emek sömürüsü üzerinden yapıyor.

Rahvancıoğlu, Kıbrıs’ın kuzeyinde oluşan ekonomik modelde, zaman zaman turizm, zaman zaman eğitim, zaman zaman da inşaat sektörünün “lokomotif sektör” olarak adlandırıldığını belirtti. Ancak, özellikle üniversite ve inşaat sektörünün birbiriyle paslaşarak hem nüfus ithalatı yaptığını belirten Rahvancıoğlu, hem var olan toprakları yabancılara sattığını, hem de bunu doğa talanı ve emek sömürüsü üzerinden yaptığını ifade etti.

Rahvancıoğlu, inşaat sektörünün ulaşım, barınma, eğitim ve sağlık gibi birçok noktayı olumsuz etkilediğini vurguladı. “Bu ülkeye aklınıza gelebilecek her alanda, yani marketteki sütün fiyatı da dahil olmak üzere, her alanda olumsuz etkisi olan ve hiçbir olumlu etkisi olmayan bir sektörden bahsediyoruz” dedi. Var olan haliyle barınma ihtiyacını gidermeyen bu sektörün savunulması yerine terk edilmesi gerektiğini vurgulayan Rahvancıoğlu, ekoturizm, hafif sanayi, tarım ve kooperatifleşme gibi alternatif ekonomik modellerin geliştirilmesi çağrısında bulundu. “Bu tren eğer çeken lokomotif buysa, bu tren duvara toslamak üzere gidiyor. Ya rayı değiştireceğiz lokomotif de dahil olmak üzere ya da bu lokomotifin peşinden gidip o duvara toslayacağız” diyerek radikal bir değişim gerektiğinin altını çizdi.

Rahvancıoğlu, halihazırda görülen hukuki davaların dışında, ceza davası pratiği olarak sıradan konut kullanıcılarına yöneltilmiş bir tutuklama modelinin olmadığını belirtti. Böyle bir adımın, şu anda Kıbrıs milliyetçilerini alkışlayan birçok kişiyi Türk milliyetçiliğine itebileceğini ve bunun ciddi anlamda hiç kimsenin işine gelmeyeceğini vurguladı.

Emekçileri Sömüren, Doğayı Katleden, Barışın Köküne Dinamit Koyan Bir Sektörün Arkasından Asla Dizilmeyeceğiz

Son olarak Rahvancıoğlu, emekçi eksenli siyaset yapan sosyalist bir parti olarak, emekçileri sömüren, doğayı katleden, barışın köküne dinamit koyan bir sektörün arkasında asla dizilmeyeceklerini net bir şekilde ifade etti. “Bu bizim sadece bugüne değil, tarihe ve geleceğe karşı olan yükümlülüğümüzdür. Bunu yapamayız, mümkün değil” sözleriyle duruşlarını ortaya koydu. Rahvancıoğlu, mülkiyet sorununun çözümünün mevcut dünya düzeni çerçevesinde takas, tazminat ve iade usulüyle, iki toplumlu bir komisyon ve Kıbrıs sorununun çözümünü önüne alan bir perspektifle ele alınması gerektiğini de ekledi.

Ersoy: Ülke En Rezil ve En Kötü Noktalara Doğru Gidiyor

Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Umut Ersoy, programda hükümetin “istikrar” söylemini sorgulayarak, mevcut durumun halkın değil, sermayenin çıkarına hizmet ettiğini belirtti. Ersoy, Kıbrıs sorununun arka planında yaşanan gelişmelere ve inşaat sektörünün yarattığı tahribata dikkat çekerek, bu sorunlara emekçi sınıfın gözünden bakılması gerektiğini vurguladı.

Ersoy, mevcut hükümetin “en istikrarlı hükümet dönemi” olarak lanse edilmesine rağmen, aslında ülkenin “en rezil ve en kötü noktalara doğru gittiği” bir dönemden geçildiğini ifade etti. Ersoy, seçim döneminde de vurguladıkları gibi, bu “istikrar”ın aslında inşaat şirketlerinin, Aksa’nın ve büyük ticaret burjuvazisinin istikrarı olduğunu belirtti.

Umut Ersoy, Kıbrıs sorununda “arka kapılarda bir şeyler pişiriliyor” olabileceğine dikkat çekerek, bunun dünya düzenindeki “sismik sarsıntılarla” alakalı olabileceğini düşündüğünü belirtti. Ersoy, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a bu konuda yeterli bilgi verilmemiş olabileceğini ve bu nedenle Tatar’ın nasıl hareket edeceğini seçemediğini, çaresiz kaldığını ve hamle yapamayacak durumda olduğunu ifade etti. Hükümetin, halkı hiç alakasız konularda “defansa çağırmasının” da bu hazırlıksızlığın bir göstergesi olduğunu sözlerine ekledi.

Acıları Yarıştırma, Teraziye Koyma Barışa Hizmet Etmiyor, Aksine Şovenizmi Besliyor

Ersoy, bu coğrafyada yaşayan insanlar arasında kimlikler üzerinden acıları yarıştırmanın, teraziye koymanın barışa hizmet etmeyeceğini, aksine şovenizmi besleyeceğini vurguladı. Ersoy, 1974’te yaşanan trajedilerin, insanların evlerinden, anılarından ve köklerinden koparılmasının çok ciddi acılar olduğunu belirtti. Mülkiyet meselesini konuşurken takas ve tazminattan bahsedilse de, bu acıların hiçbir zaman tam olarak iyileştirilemeyeceğini ve geçmişin asla restore edilemeyeceğini kaydetti.

Geçmişi Restore Etmek Üzerine Değil, Bugünün Bozukluklarından Yola Çıkarak Geleceği İnşa Etmek Üzerine Kurulu Bir Ortak Yaşam ve Ortak Mücadele Gerekiyor

Ersoy, tarihin tekerleğinin geriye doğru dönmediğini hatırlatarak, ancak barışı, birlikte yaşamı ve halkların kardeşleşmesini nasıl inşa edebileceğimize dayalı bir zeminden ilerleyebileceğimizi söyledi. Geçmişi restore etmek üzerine değil, bugünün bozukluklarından yola çıkarak geleceği inşa etmek üzerine kurulu bir ortak yaşam ve ortak mücadele gerektiğini vurguladı. Bu perspektifin, etrafımızı saran şoven siyasetlerden uzak bir şekilde birlikte mücadele etme imkanı sunduğunu dile getirdi ve acıları şovenizme alet eden tüm siyasetlerden uzak durmaya çalıştıklarını ifade etti.

Ersoy, Bağımsızlık Yolu’nun temel perspektifini yineleyerek, “talan söz konusuysa bu talanın mülkiyeti gerçekte kime aitti ona bakmıyoruz, talan talandır diyoruz ve bu talana o yüzden karşı çıkılması gerektiğini ve bu talanı yapanların yargılanması gerektiğini söylüyoruz” dedi.

Yerel Halkın Barınma İhtiyacı İçin Yapılmadı, Hitap Ettiği Kesim Yabancılar ve Ultra Zenginler

Ersoy, 2005 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yapılan yasa değişikliğiyle, özellikle Kıbrıslı Elenlerin ulaşamadığı arazilerdeki geliştirme çalışmalarına yönelik cezai yargılamaların başladığını ve reklamının yapılmasının dahi suç sayıldığını belirtti. Bu durumun, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kime yönelik bir hamle yaptığının açık göstergesi olduğunu söyledi.

Mağusa’dan İskele’ye, Girne sahilinden Gaziveren’e uzanan lüks villa ve rezidans inşaatlarının haritasını sunan Ersoy, bu projelerin yerel halkın barınma ihtiyacı için yapılmadığını, asıl hitap ettiği kesimin yabancılar ve ultra zenginler olduğunu vurguladı. Ortalama apartman daire fiyatlarının 160.000 Sterlin, villaların ise 450.000 Sterlin’den başlayıp 3 milyon Sterlin’e kadar çıktığını belirten Ersoy, emekçiler zaten bu evleri alamaz dedi.

İnşaat Şirketleri Milyarlarca Sterlin Kazanıyor Ama Vergi Vermiyor

Ersoy, ülkedeki en büyük inşaat firmalarını tek tek inceledi. Özellikle Afik Grup, Noyanlar, Northern Land, Evergreen Developments, Cyprus Constructions, Döveç, Doktor Alp Group ve MMT gibi şirketlerin satış ve vergi karnelerine değindi. Noyanlar’ın 150.000 Sterlin, Northern Land’in 389.000 Sterlin, Döveç Grubu’nun 300.000 Sterlin vergi ödediğini, ancak Afik Grup, Evergreen ve Carrington Property gibi dev şirketlerin zarar göstererek vergi vermediğini ortaya koydu. Ersoy, “bahsettiğimiz milyarlarca Sterlinlik bir hacimden bahsediyoruz ama bu insanlar, bu şirketler, toplasan neredeyse 1 milyon Sterlin vergi vermiyorlar hepsi beraber” diyerek bu durumun kabul edilemezliğini ifade etti.

İnşaat Sektörü Enflasyonu Tetikliyor

Ersoy, inşaat sektörünün konut ve kira fiyatları ile yapı malzemelerinin fiyatlarını artırarak enflasyonu tetiklediğini belirtti. Ayrıca, sürekli ucuz iş gücü ithalatıyla nüfus sorununu derinleştirdiğini ve bu emekçilerin yoğun sömürü altında çalıştığını vurguladı. Ersoy, ulaşım, barınma, eğitim, sağlık  gibi alanlarda altyapı yetersizliği nedeniyle toplumsal çatışmalar, kaoslar ve gerilimler yaşandığını, trafik kazalarının arttığını ve hatta İskele’de insan dışkısının denize aktığını belirterek, bu şirketlerin ülkeye hiçbir katkısı olmadığını söyledi. “Şu anda bütün halkı milliyetçi hisleri üzerinden bu şirketlerin karını korumak için savunmaya çağırıyorlar” diyerek durumu özetledi.

Emekçilerin Gözünden, Bir Sınıf Perspektifiyle Bakıyoruz

Ersoy, programda emekçilerin gözünden, bir sınıf perspektifiyle bakmaya çalıştıklarını ifade etti. Egemen sınıfların, çıkarları tehlikeye girdiğinde emekçileri bize hiçbir şey vermemiş olmalarına rağmen, bizi sömürmüş olmalarına rağmen kendi çıkarları için hemen “defansa çağırdıklarını” belirtti. Ersoy, müteahhitler birliği başkanının “savaş sebebi olabilir” gibi açıklamalarının kabul edilemez olduğunu, binlerce emekçinin geçiş yaptığı kapıları kapatma tehditlerinin insan hayatını hiçe saydığını dile getirdi.

Ersoy, Kıbrıs milliyetçilerinin etnik intikamcılık üzerinden kurguladığı, “gasp ettiniz, göreceksiniz gününüzü” şeklindeki dilin, Türk milliyetçilerinin istediği ve beslediği bir dil olduğunu vurguladı. “İkisi birbirini zaten besliyor” diyen Ersoy, emekçiler ve barışseverler olarak hem sermayeyle hem de milliyetçilerle aralarına mesafe koyduklarını belirtti.

Ersoy, “Bizim kendi taleplerimiz var: bu adanın birleşmesini de istiyoruz, barışı da istiyoruz, insanların yurtlarına evlerine dönebilmelerinin imkanının yaratılmasını da istiyoruz, barınma hakkının korunmasını da istiyoruz, doğa talanının sonlanmasını da istiyoruz, hepsini de istemeye devam edeceğiz. Alın sizin talan siyasetiniz sizde kalsın” sözleriyle konuşmasını sonlandırdı.

Özkızan: Hükümet Bilinçli Olarak Halkın Aleyhine Politikalar Uyguluyor

Bağımsızlık Yolu Omorfo Bölge Sorumlusu Celal Özkızan, son dönemde Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi ve ekonomik gelişmeleri değerlendirirken, hükümetlerin beceriksizlikle suçlanmasının doğru bir analiz olmadığını vurguladı. Özkızan, hükümetlerin bilinçli olarak halkın aleyhine politikalar uyguladığını belirtti.

Celal Özkızan, sıkça kullanılan “beceriksiz hükümet” söyleminin yanlış bir analize yol açtığını dile getirdi. Özkızan, hükümetlerin aslında bilinçli bir şekilde halkın aleyhine politikalar yürüttüğünü ifade etti. “Herkesin işine yarayacak bir ekonomi politikası zaten yoktur” diyen Özkızan, siyasetin hangi kesimleri mutlu edeceğine ve kimlerin “altını oyarak” mutlu edebileceğine dair geliştirildiğini vurguladı. Mevcut hükümetin ise, kendi temsil etmek istediği çıkarlar bakımından bile beceriksiz bir tablo çizdiğini belirtti.

Özkızan, son dönemde Kıbrıslı Elenlerin acılarını anlama söyleminin yoğunlaşmasından rahatsızlık duyduğunu ifade etti. Özkızan, bu söylemin, “Kıbrıslı Türklerin acılarını neredeyse tamamen hasır altına iterek, hatta Kıbrıslı Türklerin göbek ata ata 74’ten sonra var olduğu gibi bir hikaye sunarak” ortaya konmaya çalışıldığını dile getirdi.

Özkızan, 1974’ün büyük bir trajedi olduğunu ancak Kıbrıslı Elen toplumunun bu trajediden sonra toparlanabildiğini ve Dünya Bankası’na göre 80’li yılların sonunda gelişmiş ülke kategorisine girdiğini hatırlattı. Bunun sebebinin Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Uluslararası Kalkınma Fonu ve Avrupa Birliği gibi uluslararası aktörlerden gelen ciddi finansal kaynaklar olduğunu vurguladı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne üye olduğunu ve dünyayla ilişki kurabilen bir devlet olduğunu belirtti.

Kıbrıslı Türkler, 1974’ü Belki Kıbrıslı Elenler Kadar Yoğunlukta Değil Ama Her Gün Yaşıyor

Özkızan, Kıbrıslı Türklerin, 1974’ü belki Kıbrıslı Elenler kadar yoğunlukta değil ama “her gün” yaşadığını ifade etti. “Çünkü biz tanınmıyoruz, dünyayla bir bağ kuramıyoruz” diyen Özkızan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıslı Türkler için sadece 1974’teki askeri müdahaleyle bir acı kaynağı olmadığını, aynı zamanda elçiliğiyle, kalkınma ve işbirliği ofisiyle, kültürel dayatmalarıyla ve asimilasyon politikalarıyla her gün didişmek zorunda kaldıkları bir güç olduğunu vurguladı. “Bugün ELAM’ın başındaki insan bile bilet alıp İstanbul’a gidecekken, Münür İstanbul’a gidemiyor örneğin” diyerek somut bir örnekle bu durumu açıkladı. Özkızan, “Acılar anlaşılacaksa evet, bizim de bu acıları Kıbrıslı Elenlerin yaşadığı acıları anlamamız gerektiği kadar, Kıbrıslı Türklerin acılarının da anlaması gerekir” diyerek eşitlikçi bir yaklaşım çağrısında bulundu.

Celal Özkızan, servet vergisinin nasıl hesaplanacağı konusunda, servetin üç ana kategoriye ayrılması gerektiğini belirtti. Gayrimenkuller, kişinin üzerine tapulu ev, konut, arsa, tarım arazisi gibi taşınmazlar. Taşınır Mallar: çok yüksek değer taşıyan arabalar, yatlar, özel uçaklar, pahalı mücevherat ve tablolar gibi yüz binlerce dolarlık değerli mallar. Finansal Varlıklar: banka mevduatlarında bulunan nakitler. Özkızan, dünya genelinde dördüncü bir kategori olarak ise kripto varlıklar ve hisse senetleri gibi mevduat dışı finansal varlıkların da eklendiğini, ancak Kıbrıs’ın kuzeyi için henüz bunun takibinin zor olduğunu kaydetti.

Evet Kıbrıs Sorununu Çözmemiz Gerekir, Bu Garabetten Kurtulmamız Gerekir Ama Bunu Aynı Zamanda Emek Mücadelesi Etrafında da Yapmamız Gerekir

Özkızan, yaşanan ekonomik ve sosyal sorunların sadece kktc gerçeği veya Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğüyle ilgili olmadığını vurguladı. Benzer dinamiklerin başka memleketlerde de yaşandığına dikkat çekerek, Kıbrıs’ın güneyindeki Akama bölgesinde yıllardır devam eden yol çekme tartışmasını ve oradaki inşaat projelerini örnek gösterdi. Aynı şekilde, Kıbrıs’ın güneyindeki 260.000’e varan göçmen nüfusun (büyük çoğunluğunun AB vatandaşı olmadığını belirterek) demografik, doğa talanı ve nüfus sorunları gibi meselelerin sadece Kıbrıs sorununa bağlı olmadığını söyledi. Özkızan, “evet yani Kıbrıs sorununu çözmemiz gerekir, bu garabetten kurtulmamız gerekir ama bunu aynı zamanda emek mücadelesi etrafında da yapmamız gerekir ki anlamlı bir yere varabilelim” diyerek mücadelenin kapsamını genişletti.

Celal Özkızan, mevcut tutuklamalarla ilgili olarak Türk milliyetçiliğinin, Kıbrıslı Elen sermaye sınıfının ve yabancı sermayedarların eleştirisini desteklediğini belirtti. Ancak asıl konunun bu olmadığını söyleyerek, Kıbrıs’ın güneyinde genç ve emekçi yoksulların konuta erişim sıkıntısı yaşadığını, Larnaka ve Limasol’da konut hakkı için eylemler yapıldığını hatırlattı.

Özkızan, bu durumdan hareketle, eğer Kıbrıs Cumhuriyeti yönetiminin kendi vatandaşlarının konut sorununa ilişkin samimi bir kaygısı olsaydı, kuzeydeki konutlara gelene kadar Kıbrıs’ın güneyini yaşanır bir yer haline getirme şansları olduğunu vurguladı.

Kıbrıs Cumhuriyeti Egemenlerinin Meseleyi, Sıradan Tekil Emekçilerin Evlerinden Atılması Noktasına Getirmeyeceklerine İnanıyorum

Kıbrıs Cumhuriyeti egemenlerinin meseleyi, sıradan tekil emekçilerin evlerinden atılması noktasına getirmeyeceklerine inandığını söyleyen Özkızan, çünkü bu durumun kendi “meşruiyetlerini yitirmelerine” neden olacağını belirtti. Eğer böyle bir şey olursa, Kıbrıslı Elen toplumu içindeki barışsever, çözüm isteyen, demokrat ve solcu insanların buna en başta karşı çıkacaklarına inandığını, “biz bu insanları tanınmamışlığın içine ittik, Türkiye’nin kucağına attık, bir de oturdukları evlere mi göz diktik diye” karşı çıkacaklarını savundu.