Sermayenin Değil Halkın Bütçesini İstiyoruz

Kıbrıs’ın kuzeyinde bütçe söz konusu olduğunda, halkımıza karşı söylenen üç büyük yalan vardır. Birincisi, “bütçede para yok”, ikincisi “bütçenin yüzde 80’i memur maaşlarına gidiyor”, ve üçüncüsü de “bütçede para yok o yüzden kaynak yaratmak için ya Türkiye’den para dilenmeliyiz ya da iç borçlanmaya gitmeliyiz”.

Bütçede para olmadığı yalanı, halkın ihtiyaç duyduğu yatırımların neden yapılmadığına dair bir mazeret olarak öne sürülmektedir. Yol, aydınlatma, okul ve hastane yapılamamaktadır çünkü bütçede para yoktur. Toplu taşımacılık, sosyal konut, makul fiyata elektrik ve tüp gaz, kolektif mutfaklar, yangın helikopteri, çocuk ve yaşlı bakımı merkezleri gibi elzem ihtiyaçlar hayata geçirilememektedir çünkü bütçede para yoktur. Hükümette hangi parti veya koalisyon olursa olsun, söylenen hep budur. Yüce gönüllü hükümetlerimize kalsa ülkeyi hastanelerle, okullarla, düzgün yollarla donatıp her ormana bir yangın helikopteri, her mahalleye bir yaşlı ve çocuk bakım merkezi, her şehre bir sosyal konut projesi yapacaklardır ama gelin görün ki bütçede para yoktur?

Peki bütçede neden para yoktur? Gelmiş geçmiş bütün hükümetlere göre bütçede para yoktur, çünkü bütçenin yüzde 80’i memur maaşlarına gitmektedir. Bu yalan CTP-HP-TDP-DP dörtlü koalisyon döneminde de UBP-DP-YDP üçlü koalisyonunda da dile getirilmiştir. Böylelikle, hükümetler işin içinden kolayca sıyrılmaktadırlar. Halkın faydasına yatırım yapılamamaktadır, çünkü bütçede para yoktur. Bütçede para yoktur, çünkü para memurlara gitmektedir? O halde ya avuç açıp Türkiye’den para dilenilmelidir, ya da “iç borçlanma” adı altında faizi karşılığında ülkenin en zenginlerinden yalvar yakar borç alınmalıdır.

Bu üç yalan bir yandan halkın gerçekleri görmesine engel olmakta, diğer yandan da hükümetlerin kendi başarısızlıklarına dair sürekli mazeretler üretebilmelerine olanak tanımaktadır. Bu üç yalanın sebep olduğu kısır döngüden çıkılmadığı müddetçe de bütçe konusuna dair halk yararına bir muhalefet ve yeni bir seçenek oluşturmak mümkün değildir.

Peki bu kısır döngünün dışına nasıl çıkılır? Öncelikle, gerçekleri konuşarak ve sonra da bu gerçeklerden hareket edip yeni bir bütçe politikası önererek. Birincisi, bütçenin yüzde 80’i memur maaşlarına gitmemektedir. Bütçede kamu çalışanlarının maaşlarına ayrılan pay, yüzde 35 civarındadır. Dahası, hem kamuya yapılan istihdamların geçmişe göre ciddi anlamda azalmış olması, hem bu istihdamların çoğunun geçici veya işçi statüsünde gerçekleşiyor olması, hem de Göç Yasası geçmeden önce istihdam edilmiş kişilerin kamudaki sayısının gittikçe azalması nedeniyle, kamu maaşlarına ayrılan miktar doğal olarak azalma eğilimine girmiştir.

İkincisi, “bütçede para olmadığı” iddiasının bir anlamı yoktur, çünkü bütçe gelirleri zaten hükümet politikaları ve uygulamaları sonucu oluşur. Yani bütçeye para zaten havadan gelmez veya durduk yere girmez. Hükümet, ülkede oluşan zenginliğin ne kadarının toplanacağına, hangi durumda toplanacağına ve ne yöntemlerle toplanacağına karar verme yetkisine sahiptir. Bütçe gelirini arttırmak ya da azaltmak hükümetin elindedir. Bütçe gelirini arttırırken veya azaltırken bunun hangi yollarla yapılacağına karar vermek de hükümetin elindedir. Yani hükümet, ülkede izlemek istediği ekonomi politikasına uygun bir biçimde bir bütçe politikası ortaya koyar.

Bizim ülkemizdeki ekonomi politikası ise, siyasi parti fark etmeksizin, büyük sermayenin egemenliği altındadır. Bunun anlamı da şudur: Gelmiş geçmiş tüm hükümetler, ekonomiyi özel sektördeki büyük patronların eline bırakmıştır. Parası ve serveti olanın hüküm sürdüğü eşitsiz bir düzen oluşturulmuştur. Sosyal devlet anlayışı ortadan kalkmıştır. Devlet kamusal yatırımlardan ve halkın yararına uygulamalardan vazgeçmiştir. Eğitim ve sağlık gibi devletin geçmişte çok kaliteli kamusal hizmet sunduğu alanlarda bile meydan özel sektör patronlarına bırakılmıştır. Şu an ülkemizde neredeyse her şey özelleştirilmiş durumdadır. Kısacası, gelmiş geçmiş hükümetlerin ekonomi politikası, zaten kamunun yatırım yapmaması üzerine kurulmuştur. Durum böyle olduğu için de hükümet, başı sıkışmadığı müddetçe kaynak yaratmaya çalışmamaktadır. Yani kamusal yatırım yapılmamasının sebebi kaynak olmaması değil, kamusal yatırım yapılmak istenmemesidir. Bunun sonucu olarak da, bütçe için gelir yaratmak gibi bir irade ortaya konmamaktadır.

Peki kamusal yatırım yapma niyetinde olan bir hükümet, kaynak yaratmak için ne gibi bir yol izleyebilir? Servet vergisi uygulaması, bu yolların başında gelmektedir. Ülkemizde neredeyse her şey özelleşmiş olduğundan ve bu ekonomik yapı da küçük bir grup azınlığı aşırı derecede zengin etmiş olduğundan dolayı, ülkedeki servetin çoğu bu azınlığın elinde toplanmış ve büyük bir adaletsizlik yaratılmış durumdadır. İşte hem bu adaletsizliği bir nebze olsun ortadan kaldırmak, hem de halkın ihtiyaç duyduğu yatırımları yapacak kaynağı yaratmak için servet vergisi, öncelikli bir seçenektir. Belirtmek gerekir ki ülkemizde bu adaletsizlik ortadan dururken, iç borçlanma adı altında büyük servet sahiplerinden faiz ödeyerek borç almak, yani onları daha da zengin etmek seçeneğinin dile getirilmesi bile, bizler için kabul edilmesi mümkün olmayan bir yaklaşımdır.

Bağımsızlık Yolu, halkın ihtiyaçlarını karşılamak ve toplumun faydasına olan yatırımları gerçekleştirmek için hükümetlerin değil halkın bütçesine ihtiyaç duyulduğunu savunur. Gelmiş geçmiş tüm hükümetleri faiz karşılığı finanse eden ve kendine bağımlı kılan sermayenin bütçe anlayışı yerine, servet vergisi ile finanse edilmiş halkın bütçesini talep ediyoruz.

Bağımsızlık Yolu (a)

Genel Sekreter

Celal Özkızan