Sol Liberalizm, Postmodernizm Ve Kıbrıslı Türk Solu* – Münür Rahvancıoğlu

Münür Rahvancıoğlu

Özne Sayı 1

İlkbahar 2021

Bu coğrafyada bağımsız ve halkları kardeş bir Kıbrıs yaratma mücadelesi bizimle başlamadı. Bizden önce “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir” sloganı çerçevesinde bir siyasal mücadele hattı ören yüzlerce devrimci ve onlarca örgüt vardır Kıbrıs’ın tarihinde. 1970’li yıllarda Devrimci Grup ve Halk-Der; 1980’li yıllarda Özgürlük, Kıbrıs Devrimci Yüksek Öğrenim Gençliği, Kıbrıs Halk-Der1 ve 1990’lı yıllarda Demokratik Gençlik Hareketi, Bağımsız Gençlik Platformu gibi yapılar Kıbrıs’ın bağımsızlık bayrağını hep yükseklerde tuttular. Ancak geçmiş dönemin siyasal sorunları, ideolojik atmosferi ve kültürel imkanları ile bugünküler bir ve aynı değildir. Aynı siyasal hattı devam ettiriyor olmamız, geçmişin doğrularını bugünün ezberi kılarak ile yola devam edebileceğimiz ve bugünün koşullarını tahlil etmeyeceğimiz anlamına gelmez.

Değişim diyalektiğin temel kuralıdır. Her şey değişir, dönüşür, farklılaşır, yeni özellikler kazanır, bazı eski özelliklerini yitirir. Ancak bizler, toplumsal yaşamı sadece “diyalektik” yöntem aracılığı ile değil “materyalist” bir felsefe temelinden de kavrarız. Bu yüzden ortaya çıkan değişimin maddi temelinin tahlil edilmesi bizim yöntemimizin esasını oluşturmalıdır. Buna bizden çok önceleri “somut koşulların somut tahlili” ismi verildi. Ve değişimin somut bir temelden tahlil edilmesi gerektiği vurgulandı.

Değişim yaşamın her alanına dair bir olgudur. Sınıflı toplumların ortaya çıktığı günden bugüne içinde yaşadığımız bir sömürü çağıdır. Ancak biz, gene de sınıflı toplumların kendi içinde geçirmekte olduğu değişimi tahlil etmekteyiz. Köleci sistemi, feodal sistemi veya kapitalizmi; “nasıl olsa hepsi de sınıflı toplum” diyerek aynı kefeye koymuyoruz. Her bir sistemin kendi içinde barındırdığı ilerici ve gerici unsurları, sistemin devamlılığını nasıl sağladığını, siyasal, kültürel, ekonomik, sosyal dinamiklerini tahlil ediyoruz ve her birine farklı isimler verme gereği duyuyoruz. Tıpkı bunun gibi kapitalist üretim ilişkilerini de değerlendirmeye tabi tutuyor, merkantilist dönem, serbest rekabet dönemi, emperyalist dönem gibi olguları birbirinden ayırıyoruz. Bunu yapmaktaki amacımız; sınıfsız, ordusuz, devletsiz, parasız bir toplumsal yaşamın nasıl kurulabileceğini anlayabilmek, dönüşümün maddi temellerini çözümleyebilmek ve tarihin uygun anında olayların gidişine uygun araç ve yöntemlerle, uygun şekilde müdahale edebilmektir. İşte 1900’lü yılların başından beridir dünyamızın içerisinde bulunduğu emperyalist dönemin de niteliksel anlamda hiç değişmeden kaldığını söylemememizin nedeni budur. Kapitalizmin emperyalist bunalım dönemlerinin tahlil edilebilmesi bizim yöntemimizin esasını oluşturur.

Emperyalizmin neoliberal dönemi, tıpkı diğer dönemlerinde olduğu gibi sadece ekonomik anlamda yansımaları olan bir dönem değildir. Son on yılda adını herkesin diline doladığı ve “öğrendiği” neoliberalizmin küresel ekonominin farklı bir örgütlenme biçiminden ibaret olmadığını anlamak gerekiyor. Nasıl ki emperyalist aşamaya geçiş kapitalistlerin bireysel tercihlerine kalmış bir şey değilse ve nasıl ki emperyalist aşamaya geçişle felsefe, siyaset, kültür, ekonomi vb. yaşamın her alanına yansımalar gerçekleşirse; neoliberal dönemi de bu şekilde kavranmalıdır. Bugün neoliberalizm solun büyük bir bölümü tarafından sadece ekonomiye olan yansımaları ile tartışılmaktadır. Oysa ekonomik alanda yaşanan değişimler kadar toplumsal yaşamı etkileyen kültürel, felsefi ve siyasal yansımaları ihmal edilmemelidir. Neoliberalizmin kültürel, felsefi alandaki yansıması postmodernizm, sol içindeki siyasal yansıması ise sol liberalizmdir.

Sol liberalizm, temel olarak bir yenilgi ideolojisi biçiminde ortaya çıkmış ve geçmiş dönemin SSCB uydusu siyasetlerinden, yıpranmış devrimci örgütlerine kadar çok geniş bir kesimi etkilemiştir. Bunun yanında sendikal, gençlik, kadın, ekoloji gibi alanlara yuvalanarak alan yabancılaşmasına dayalı, kimlik siyaseti eksenli bir kitleselleşme dinamiğine sahiptir. Bugün bizim ülkemiz Kıbrıs’ta sol siyasal yaşamın kutuplaştığı üç ana eksenden en hacimlisi, en kitleseli sol liberalizmdir.  Sol siyasal yelpazede kabaca sınıflandırıldığında sol liberal, devrimci ve gelenekselci sol yapıların olduğu söylenebilir. Gelenekselci sol yapılar sürekli olarak geçmiş ezberleri tekrarlayan, slogancı, biçimci ve sekter karakterleri ile herhangi bir varlık gösterememektedirler. Ama bunun tam tersine, sol liberalizm neredeyse Kıbrıslı Türk solunun tamamına hakimdir.

KIBRISLI TÜRK SOLUNDA SOL LİBERALİZMİN YANSIMALARI

Sol liberal yapıların en sağında bulunan CTP’den, en solunda bulunan YKP’ye kadar her birinin farklı öncelikleri, güdülenmeleri ve dinamikleri vardır. Bu yapıların kendi aralarındaki farklılıkları görmek, bilmek, tahlil etmek önemlidir. Ancak bunların hepsine sol liberal denebilmesinin nedenleri de önemlidir.

Sol liberal siyasetler; siyasette özne fikrine karşı alerjiktirler, irade fikrine antipatik yaklaşırlar, Avrupa merkezcidirler, ideoloji yerine “söylem” terminolojisini kullanırlar ve “büyük anlatı” adını vererek bütünsel her türlü yaklaşımı reddederler. Dil kullanımı konusunda takıntılı derecede hassastırlar. Kimlik merkezli politikalar üretmelerine rağmen rahatlıkla kimlik siyaseti eleştirisi yapabilirler; modernizm eleştirisi adı altında insanlık tarihinin biriktirdiği akla, mantığa, felsefeye dair tüm çıkarımları totaliter bulup reddederler; bazı açılardan felsefi anarşizme benzeseler de esasında Strinerci (bireysel) anarşizme yakındırlar. Ezme ezilme ilişkisinde ezilenlerden yana tavır aldıklarını ilan ederler ancak eleştirilerini daha çok ezilenlere ve onlarla birlikte mücadele edenlere yöneltirler. Faşizm ile sosyalizmi, dinsel gericilik ile Marksizmi bir tutarlar. Bireyi toplumun karşısına koyarlar. Her fikri, her örgütlenmeyi, her duruşu atomize edecek kadar bireylere bölerler ve siyasal hiçbir tavır alınamayacak derecede parçalarlar. Felsefi örnekleri Marx’tan çok Foucault’tan, siyasal örnekleri Marksistlerden çok anarşistlerden seçerler; aşırı akademik, hayattan kopuk ve kavram fetişizmi yaratacak kadar ağdalı bir dil kullanırlar. Bu aslında sol liberallerin devrimci sol için hazırlanmış en ciddi tuzağıdır. Çünkü sol liberallerin kendi dillerini oluştururken, halk kitleleri ile diyalog kurmak gibi bir dertleri olmadığından, sol liberallerin terminolojisini kullanan sol da halktan kopar!

Günümüzde sol liberalizm, Kıbrıslı Türk solunun ana gövdesini sendikal, siyasal ve demokratik örgütlerinin ezici çoğunluğunu ideolojik hegemonyası altında tutmaktadır. Bunun sonucu olarak Kıbrıslı Türk solunun iktidara ve iktidar mücadelesine bakışı çarpıktır. Kıbrıslı Türk solu sivil toplumcudur ve yoğun bir şekilde emperyalizm tarafından fonlanmaktadır. Kıbrıslı Türk solu alan çalışmalarını bütünün bir parçası olarak değil, birbirinden ayrı ve bağımsız unsurlar olarak görür. Bu nedenle de kadın mücadelesi, gençlik mücadelesi, emek mücadelesi, homofobi karşıtı mücadele gibi alanlarda yapılan çalışmaları ya küçümser ya da abartır ancak asla bütün ile olan bağı üzerinden analiz etmez; bu alanları birbirinden kopuk, yalıtılmış, koordine edilmesine gerek olmayan unsurlar olarak postmodernist bir prizmadan görür. Kıbrıslı Türk solu kendi ülkesini ve kendi insanını ne kadar severse sevsin, kendi ülkesinin ve kendi insanının kendi dinamiklerine dayanılarak herhangi bir ilerleme kaydedilemeyeceğini düşünür. Bunu zaman zaman kendi insanını (üretimden kopukluğun getirdiği asalaklaşma ve bencillik verilerini de kullanarak) aşağılayarak kendi insanından kaynaklı sebeplerle, zaman zaman da emperyalist hegemonyanın gücünü abartarak dış güçlerden kaynaklı sebeplerle gerekçelendirir. Ama sonuçta her zaman vardığı yer; dıştan gelecek bir desteğin (ki bu çoğu zaman AB’dir) yardımı ile veya egemen güçlerin dış güçler karşısında zor durumda bırakılması yolu ile toplumsal kazanımların elde edilebileceği yargısıdır. Bu sebeple de Kıbrıslı Türk solu kendi halkı içinde örgütlenmek veya halkın içinde bulabildiği olumlu unsurlara sarılıp kökleşmek gibi bir mevzi arayışında değildir. Aksine Kıbrıslı Türk solunun tüm duyargalarını yönlendirdiği, mevzilerini kurduğu ve beklentisini dayadığı nokta dış güçlerdir. Bununla da bağlantılı olarak, uluslararası ilişkileri seyahat fırsatı olarak gören sol turizm Kıbrıslı Türk solunun neredeyse tüm unsurlarında yaygın bir pratiktir.

KIBRISLI TÜRK SOLUNDA FONCULUĞUN KISA TARİHİ

Kıbrıslı Türk solu, 1990’lı yılların ilk yarısında ABD-BM inisiyatifi ile oluşturulan Conflict Resolution grupları aracılığı ile emperyalist ideolojik hegemonyanın etki alanı içine çekilmeye başlandı. Bu gruplara siyasal ve sendikal hareketin neredeyse her renginden kişi veya örgüt katıldı. “Kazan-kazan, uzlaşma, yüzleşme” gibi kavramlar solun terminolojisine bu dönemde tohum olarak atıldı. Conflict Resolution gruplarının yarattığı çekim üç ana kaynaktan besleniyordu: Dış dünya ile ilişki kurmak, finansal açılımlar geliştirmek ve sol turizm!  Ancak Conflict Resolution gruplarının, bu çalışmalara katılan kişilerin varlığından çok daha geniş etkileri oldu. Bu grupların varlığı aracılığı ile emperyalist fon merkezleri, “barış” için çeşitli “iki toplumlu” projeler yapılmasına müsait iklimi tespit etti ve bu projelere katılanlardan başlayarak fon verme mekanizmalarını tüm sola buradan yaydı.

Solun fonlanması ve STK’laştırılması (Sivil Toplum Kuruluşu) ilk kez ülkemizde uygulanan bir olay değildir. En bilinen örnek 1980’li yılların Şili’sidir. Ancak bu maya ülkemizde de tutmuş ve halen de yaygın olan ancak kendisinden daha farklı sonuçları da besleyerek devam eden bir süreçler zincirini başlatmıştır. Conflict Resolution gruplarının ilk organizasyonunun CTP kadrolarına ait bir “şeref” olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak bu ilişki ağlarından yayılan fonların ve paraların sadece CTP kadroları ile sınırlı kalmadığını söylemeliyiz. Şimdiki TDP (dönemin TKP’si) bu fonlardan yararlanmak amacıyla kurulan ilk STK’lardan birisinin çekirdeğini şekillendirdi. YKP’nin birçok işinin finansmanı bu fonlardan sağlanan “gelir” aracılığı ile yapıldı ve neredeyse tüm sol (sendikalar da dahil olmak üzere) fon havuzlarının içine balıklama daldı. Bu süreçle birlikte neredeyse tüm örgütler kendilerini Sivil Toplum Kuruluşu olarak adlandırmayı normal kabul etmeye başladılar. Bugün dünya devrimci solunda hakaret kabul edilen bu tanımlama, Kıbrıslı Türk solunun kendi bildirilerinde kendi kendine biçtiği bir sıfat haline geldi.

“Güzel ve iyi” amaçlar için; endemik bitki türlerinin korunması, barış ve yeniden yakınlaşma için projeler geliştirilmesi, tarih kitaplarının değiştirilmesi, “ekolojik” dengenin korunması, tarihi yerlerin restorasyonu vb. yüzlerce, binlerce proje yapıldı. Ama bu projeler yeni bir gençlik kuşağının yetişmesine de hizmet etti. Bu kuşak, kendi gücüne, halkı ile olan ilişkilerinin seviyesine veya devletin kendisine ne gibi haklar sunması gerektiğini değil, yapacağı projelere ve buradan alacağı paralarla halkına nasıl sadakalar dağıtacağına daha çok önem veriyordu. Zamanla bu da yerini kariyer fırsatı ve rahat yoldan orta sınıfa dahil olma ayrıcalığının cazibesinin bıraktı.

Fonculuk üzerine çok şeyler yazılabilir ancak kısaca değinmek gerekirse fonculuk sol liberalizmin ayağını bastığı zemindir. Fonlar maddi kaynak oluşturmak ve kendine uygun insan tipinin yaşamını idame ettirmesini sağlamak yanında; fonlama yöntemi ile oluşturulan STK’lar ve STK’laştırılan eski demokratik kitle örgütleri dolayımıyla bu kişilere içinde rahat hissedecekleri sosyal bir alan da yaratır. Halkın maddi sıkıntılarını birebir yaşamayan, halk tarafından finanse edilip halk tarafından denetlenmeyen STK’lar halkın gerçek sorunlarından hızla kopar ve fon sağlayan merkezlerin önceliklerini doğal bir evrim sürecinin sonunda benimser. Yani ilişki “al bu parayı, söylediğimi yap” ilişkisi değildir. Daha çok STK’ların ve foncu aktivistlerin halktan kopması sonucunda yakın ilişkide olduğu emperyalist ideolojinin etki alanına girmesi ve kendi isteği ile yaşamına uygun, “doğal” bir dönüşüm geçirmesi şeklindedir. Diğer yandan fonlanma süreci ile sağlanan eğitim, sağlık, restorasyon, su artımı vb. “hizmetler” halkın gözünde devletin sağlaması gereken temel yüküm lülükler olmaktan çıkar. Böylece devlet böylesi hizmetleri sağlayan birimlerini kolayca tasfiye ederken toplumsal bir tepki oluşmaz veya oluşursa da sınırlı kalır. Üstelik fonlar sayesinde yaratılan kısmi iyileşmeler, sorunların en patlayıcı olduğu kesimlere yönlendirilerek emniyet sübabı işlevi görür. Ama belki de en önemlisi, duyarlılığı, vicdanı ve halkı için bir şeyler yapma tutkusu ile kolayca birer devrimci militana dönüşebilecek birçok değerli insan, emperyalizmin ayak işlerini gören foncu birer aktiviste haline gelir yani halkın en değerli çocukları onun elinden çalınır.

Kıbrıslı Türk solunun fonculaştırılması ve STK’laşması 1990’lı yılların sonunda neredeyse tamamlanmıştı. Böylece 2000’li yıllarda STK’lardan üremeye müsait post-modern tezlerin hegemonyası için ideal ortam oluşmuş oldu.

POSTMODERNİZM

Postmodernizm bir STK ideolojisidir ve devrimci kadrolarda yarattığı bilinç bulanıklığı ile neoliberal saldırıya uygun iklimin oluşturulmasını sağlar. Temelde egemenlerin çıkarlarına hizmet ettiği halde muhalif ve eleştirel bir kimlik ile kendini sunduğu için yarattığı kafa karışıklığı daha da etkilidir. Sol ve muhalif görünümünde kendini sunabilmesinin temel nedeni her şeyi eleştirebildiği iddiası ile hareket etmesi ve “iktidarı reddetmesi”dir. Buradaki “iktidarın reddi” sol kadrolarda bir kafa karışıklığı yaratır ve ‘mevcut iktidarın reddinden’, devrimci de olsa ‘her iktidarın reddine’ doğru genişleyen süreç farkedilmez veya farkedildiğinde artık çok geç kalınmıştır.

Türlü çeşitli bin bir kılık ile karşımıza çıkabilecek postmodernizmin temel mottosu “iktidar her yerdedir” veciz sözüdür. İktidar her yerde ise; birincisi onu ele geçirmek merkezi önemde bir alana yönelik geliştirilecek stratejilerle mümkün değildir, ikincisi emperyalist egemenliğin kurumları ile mücadele edeceğimize kendi ilişki ağlarımızda birbirimiz üzerinde oluşturduğumuz “iktidarlarla” mücadele etmemiz gerekmektedir. Böylesi bir yaklaşım “devrimci stratejiye dayalı bir iktidar mücadelesini” reddeder ve mücadelenin günlük hayatın her noktasına yayılması gerektiğini hiçbir yerde herhangi bir “merkezin” bulunmadığını savunur. Bunu kabul ettikten sonra kişinin siyasal mücadeleyi sivil toplumcu bir temelde yürütmekten başka çaresi yoktur.

Postmodernizm bütünlük fikrini reddettiğinden; her bir STK’nin ilgilendiği temel konunun (kadın, homofobi, ekoloji, eğitim, sağlık vb.) diğer STK’larla veya sistemin bütününden kaynaklı genel sorunlarla bağını görünmez kılmaktadır. Kısacası STK’cılık ile demokratik kitle örgütlenmelerinin temel farkı; birisinin emperyalizmin ideolojik saldırısının aracıyken, diğerinin halkın pratik mücadelesinin yansıması olmalarıdır. Demokratik kitle örgütleri devrimci mücadelenin temel unsurlarıdırlar ve halkın temel hakları için mücadelede birer okuldurlar. Hem halkın haklarının genişletilmesi hem de mücadele azminin ve bilincinin ilerletilmesi işlevlerini görürler. Bunu yaparken de siyasi mücadele ile ideolojik mücadelenin zenginleştirilmesine katkı sağlarlar. Yani siyasi mücadele, ideolojik mücadele ve ekonomik-demokratik mücadele arasında kopmaz bağlar vardır ve bunların bütününe devrimci mücadele denir. STK’cılık ise “büyük anlatıları”, bütünlüklü analizleri reddeder, sadece ama sadece parçalarla ilgilendiği oranda bütüne yabancılaşır ve bütün ile parça arasındaki diyalektik ilişkiyi yalıttığı oranda, içinden çıktığı halkı sırtından vuran bir unsura dönüşür.

Bugün postmodernizm, toplumsal hayatın içinde hapsolduğu temel atmosfer haline gelmiştir. Edebiyat, siyaset, felsefe, sanat, spor, aşk, yemek tüketimi, inanç dünyası ve hatta bilim gibi yaşamın her boyutu; postmodern bir karakter kazanmıştır. Protesto olarak istifa veya boykottan öte bir ufku olamayan; iktidar olmayı reddetmekle övünen; özne fikrine alerjik; egemenlerin şiddetini görmeyip halkın eylemlerini şiddet diye kınayan; aklı, bilimi ve rasyonaliteyi baskıcı bulup dinsel gericiliğe “özgürlükler adına kapıyı açan”; görecilik batağına saplanmış; ironi ve alayı siyasal eylem sanma yanılsamasın içindeki postmodern toplumsal yapı, her geçen gün biraz daha çürümekte, çürüdükçe her yöne yayılmaktadır.

NE YAPMALI?

Bağımsız bir Kıbrıs, sınırsız bir dünya ve halkları kardeş bir insanlık için yani sosyalizm için yürüttüğümüz mücadelede, sol liberalizmin veya postmodernizmin bize sağlayacağı hiçbir aracı, işimizi kolaylaştıracak hiçbir yöntemi, algımızı açacak hiçbir fikri yoktur. Tam aksine varlık nedeni, kendisine kapıldığımız oranda araçlarımızı elimizden almak, fikirlerimizi bulanıklaştırmaktır. Üstelik bu öylesine sofistike bir biçimde yapılmaktadır ki, postmodern, sol liberal yaklaşımlar herkesten önce postmodernizm, sol liberalizm eleştirisi yapmak amacıyla sıraya girebilmektedirler.

Alanların STK’lar tarafından, siyasal mücadelenin sol liberallerce ve ideolojik zeminin postmodernizm tarafından abluka altına alındığı günümüzde; Marksizm ve devrim mücadelesi yeni boyutlar kazanmıştır. Postmodern tezler ve sol liberal pratik ile fikirsel düzeyde hesaplaşmak, hiçbir ayrıntıya eyvallah demeden mücadele ederek, Marksistlerin içine kadar sokulmuş bu karşı devrimci akımı deşifre etmek ve püskürtmek mümkündür. Kıbrıslı Türk solunun sol liberal çizgisi; mutlak, değişmez, kaçınılmaz ve evrensel değildir. Yapılması gereken ise çok da karmaşık değildir. Ezbere düşmeden temellere bağlı kalmak, pratikten kopmamak, halk ile sürekli diyalog içinde olmak, derdini anlamak ve derdimizi anlatmak istediğimiz insanların emekçiler, ezilenler, kısacası bizim gibi sıradan insanlar olduğunu unutmamak ve akademik terminolojilerin aslında bir şey anlatmak, anlamak üzere değil tam aksine bir şeyleri gizlemek ve kavranamaz hale getirmek için kurgulandığını bilerek hareket etmektir! Devrimci ve materyalist köklerimizin yeniden canlanmasına uygun bir pratik duruşun örgütlenmesi ve ideolojik mücadele aracılığı ile desteklenmesi önemli bir noktadır. İdeolojik tartışmaların sol liberalizm ile mücadelede önemi inkar edilemez ama merkezi bir yere de yerleştirilmemelidir. Sol liberalizmin halkımızın ve solumuzun bağrından sökülüp atılacağı yer toplumsal pratik olacaktır. Önemli olan devrimci pratiğin sarp, engebeli ve çetin yoluna çıkmak kararlılığını gösterebilmektir.

Dipnot:

* Bu yazı Argasdi dergisinin 15. (Temmuz 2009) ve 28. (Ekim 2012) sayılarında yayınlanan iki makaleden harmanlanarak yeniden düzenlenmiştir.

1 Halk-Der Geleneği’nin 1970’lerden 1990’lara kadar tarihi için bkz. Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi, Münür Rahvancıoğlu, Kalkedon Yayınları